17 Nisan 2012 Salı
Tüfek Mikrop ve Çelik
MS 1500’lü yıllarda Avrupalı sömürgeciler dünyaya yayılmaya başlarken farklı kıtalardaki
halklar arasında teknoloji ve siyasal örgütlenme bakımından büyük farklılıkların bulunduğu
anlaşılmıştır. Son buzul çağının sonuna (MÖ 11.000) kadar bütün kıtalardaki bütün halklar
avcılık ve toplayıcılık ile geçiniyorlardı. MÖ 11.000- MS 1500 yılları arasında farklı
anakaralardaki farklı halklar farklı hızda gelişim göstermiştir. Avustralya ve Amerika yerlileri
avcı ve toplayıcı iken, Avrasya halklarının büyük bölümü ile Güney Amerika ve Sahra’nın
güneyinde yaşayan halklar tarım, hayvancılık, metal işleme teknolojisi, karmaşık siyasal
örgütlenme becerilerini geliştirmişlerdir. Avrasya da yaşayan kabilelerin ekonomik ve sosyal
alanı düzenleme biçimleri (yazı, bronz alet yapımı, taş yontma yöntemleri vb) diğer
bölgelerdeki halkalara göre tarihsel olarak çok erken evrede gerçekleşmiştir.
Bu kitap şu soruya cevap aramaktadır: “İnsanlar neden farklı kıtalarda farklı hızda gelişti?”
Tarihin seyrini bu hız farklılıkları (tarihsel yörünge farklılıkları) oluşturur ve kitap da bu
farklılıkların günümüze yansımalarını, bu mirasın özellikle Avrupalı olmayan halklar arasındaki
karşılıklı etkileşimlerini incelemeyi amaçlamaktadır. Yazar, insan topluluklarındaki coğrafi
farklılıkları inceleme amacını ; belirli bir insan topluluğunu bir başkasıyla karşılaştırıp onu
göklere çıkarmak değil, yalnızca tarihte nelerin olup bittiğini anlama çabası olarak
belirtmektedir.
MS 1500 den sonraki yıllarda Avrupalı kaşifler insan topluluklarının teknoloji ve siyasal
örgütlenme açısından farklı oluşlarının nedenlerini, doğuştan gelme yeteneklere bağlı olarak
açıklamışlardır. Özellikle Darwin’den sonra bu tezin sahipleri, teknolojik açıdan ilkel halkların
maymunsu atalardan gelen insan soyunun kalıntıları olduğu, sanayileşmiş toplum
temsilcilerinin bu halkları yurtlarından kovmasını evrim teorisinin “uy ya da yok ol” ilkesiyle
savunmuşlardır. Daha sonraki yüzyıllarda genetik biliminin bulguları da Avrupalıların
Afrikalılardan, Avusturya yerlilerinden daha zeki olduklarını ileri süren tezlere dayanak olarak
kullanılmıştır. Özellikle Avustralya bu tezin savunucuları için iyi bir kanıt oluşturmaktadır. Aynı
coğrafyada (aynı çevre koşulları) yaşayan iki halk farklı gelişim evrelerine sahiptir. Bu bölgede
yaşayan yerli halk en az 40.000 yıldır avcı ve toplayıcı kabileler olarak hala yaşarken, beyaz
göçmenler sadece bir yüzyıl içinde okuryazar, sanayileşmiş, demokratik, metal alet kullanan,
yiyecek üretimine dayanan bir toplum yaratmışlardır.
Ancak insan toplulukları arasındaki teknolojik farklılıklarla paralellik gösteren zeka
farklılıklarının varlığı bilimsel olarak kanıtlanmamıştır. Çünkü birbirleriyle karşılaştırılan halklar
arasında toplumsal çevre ve eğitim olanakları bakımından var olan farklılıklar, teknolojik
farklılıkların zeka farklılıklarından doğduğunu sınamayı zorlaştırmaktadır. Yani beyaz olmayan
halkların zekalarında var sayılan genetik bozukluk saptanamamış; hatta çevrelerindeki
nesneler ve insanlarla daha ilgili oldukları, daha zeki, daha uyanık ve daha dışavurumcu
oldukları tespit edilmiştir. ( Uzak köylerden kentlere gelen yerliler batılılara aptal görünürken;
sık ormanlarda geçit bulmak gibi basit ! bir işi bile beceremeyen batılılar da yerlilere aptal
görünmektedir.
Geleneksel toplumlarda zeki insanların kendilerini ölüm tehlikelerinden (yiyecek bulma,
cinayet, kabile savaşları gibi) koruma olasılığı topluluğun daha az zeki olanlarına göre
yüksektir. Oysa geleneksel Avrupa toplumlarında karşılaşılan can kayıplarından ( çoğunlukla
salgın hastalık) korunma nedenlerinin zeka ile ilgili değil vücut kimyasının genetik direnciyle
ilgisi olduğu tespit edilmiştir. Aynı şekilde yerli toplulukların çocukları zihinsel gelişim açısından
doğa koşullarında uyarı ve etkinliklerin fazla olması nedeniyle üstün düzeyde ortalama zihinsel
işleve sahipken; Avrupalı ve Amerikalı çocuklar ise zamanlarının çoğunu edilgen (radyo, tv)
faaliyetlerle geçirerek gelişmişliğin kötü etkisine maruz kalmaktadır.
Yine de bu tespitler, Avrupalıların genetik şanssızlıklara ve gelişmişliğin zararlarına karşın,
yerlilerden teknolojik bakımdan neden üstün olduklarını açıklamamaktadır. Avrupalıların başka
halkları egemenlikleri altına almalarına olanak sağlayan (silahlar, bulaşıcı hastalıklar, çelik
aletler, mamul ürünler) etkenler sonucu belirlememekte ve silahların, mikropların ve çeliğin
neden Afrikalılara değil de Avrupalıların payına düştüğünü tam açıklayamamaktadır. Genelde ilk olma bir üstünlük taşımaktadır. O halde ilk insanın evrimleştiği Afrika kıtası neden daha
önce çeliği bulamamış, avcılık ve toplayıcılık evresini aşamamıştır.
Dünya tarihini bu genel perspektif içinde ele alan nedensellik ilişkilerini böyle kurgulayan bir
tarih bilimi ne yazık ki mevcut değildir. Çevre bilimci coğrafyacılar, kültürel insan bilimciler,
bitki ve hayvanların evcilleştirilmesini inceleyen biyologlar, bulaşıcı hastalıkların insanlık
tarihini nasıl etkilediğini inceleyen bilim adamları dünya tarihinin bu karanlık noktalarına kısmi
cevaplar bulmuşlardır fakat büyük sentez hala tamamlanamamıştır. Bu kitap;
‐ İnsan atalarımızın Afrika’dan öteki kıtalara nasıl yayıldıklarını,
‐ Son 13.000 yıl içinde çevresel koşulların avcı ve toplayıcı kabilelerden imparatorluklara
kadar çok çeşitli yaşam biçimlerini oluşturmadaki etkisini,
‐ Farklı kıtalardaki halkların dramatik karşılaşmalarını,
‐ Avcılık ve yiyecek toplayıcılığından yiyecek üretimine geçiş sürecinin bölgesel
farklılıklarla ilişkisini,
‐ Bu üretim sürecinin dünya kıtalarında yayılma hızı ve mikroplarla bağlantısını,
‐ Kalabalık nüfuslu toplumlarda görülen mikropların evrimini,
‐ Halklar arasındaki mikrop değişiminin eşitsizliğini,
‐ Yazı ve coğrafya ilişkisini, bugün dünya nüfusunun üçte birini oluşturan ve ekonomik
gücün merkezi hale geldiği ülkelerin nasıl biçimlendiğini,
evrimsel biyoloji-jeoloji-iklimbilim yöntemleriyle insanlık tarihinin gelişme evrelerinin
anlaşılmasına dair bir çerçeve sunmaktadır.
Tek bir cümle ile kitabın temel savı şöyle söylenebilir; tarih farklı halklar için farklı yönde gelişti
ama bu çevresel farklardan dolayı böyle oldu biyolojik farklılıklardan ötürü değil.
CENNETTE
Modern tarih, fetihle, dünyanın Avrupalılar tarafından fethiyle şekillendi. Yeni Dünya'ya gelen
ve yerli nüfusun büyük bir kısmını yok eden birkaç yüz İspanyol fatihi bu fethe öncülük etti.
Peki, başarılarının sırrı neydi?
Avrupa kökenli insanlar, o zamandan bu yana aynı şekilde, askeri güç, ölümcül mikroplar ve
gelişmiş teknolojiden oluşan bir bileşim ile dünyaya hakim oldular. Fakat bu avantajları
başlangıçta nasıl elde etmişlerdi? Dünyada bu kadar çok eşitliksiz nasıl ortaya çıktı? Sahip
olanları sahip olmayanlardan ayıran nedir?
İşte bu soruların yanıtlarını arayan Jared Diamond'ın, eşitsizliğin kökenlerini ortaya çıkartmak
için yürüttüğü araştırma Papua Yeni Gine'nin yağmur ormanlarında başladı. Yeni Gine'de en
azından kırk bin yıldır insanlar yaşamakta. Kuzey ve Güney Amerika kıtalarında olduğundan
çok daha uzun bir süre. Yeni Gineliler dünyanın kültürel olarak en çeşitli ve uyum sağlayabilen
insanlarından biri. Peki, neden modern Amerikalılardan çok daha fakirler?
Bu soru Diamond'a, otuz yıldan fazla bir süre önce, kumsalda karşılaştığı Yali adındaki, bir
adam tarafından sorulmuştu.
“Beyaz adamın bu kadar çok kargosu varken, neden biz Yeni Ginelilerin bu kadar
az?”
Yeni Gineliler kargo kelimesini, ülkelerine ilk defa batılılar tarafından getirilen eşyaları, tarif
etmek için kullanmışlardı. Kargo birçokları tarafından beyaz adamın kudretinin bir kanıtı olarak
görülüyordu. Kargoya neredeyse dinsel bir saygı ile yaklaşıyorlardı.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder