27 Nisan 2012 Cuma
KİTAP - SODOM VE GOMORE (ROMAN) - YAKUP KADRİ KARAOSMANOĞLU (MUTLAKA OKUNMASI GEREKEN BİR ŞAHESER)
Yakup Kadri Karaosmanoğlu bu kitapta Kurtuluş Savaşı sırasında İstanbul’da yaşayan bir zümreyi ve bu zümre içindeki insanların ilişkileri anlatarak ahlak ve toplum değerlerini anlatır ve sorgular. Kronolojik sırada “Hüküm Gecesi” nden sonra gelir. Bu romanda ayrıca İngiliz işgalcilerinin o dönemde Türklere bakış açısı anlatılmaktadır. Tabi bilinmeyen ise Anadolu yanan içten ateş ve sosyal olarak bozulmamış insanlardır. O Anadolu bir çığ gibi büyüyerek gelmiiş., o işgalcilere dersini vermiştir. İstanbul ve içindekilerden nefret eden ve onlarla işbirliği içindeki yerli ahaliyi nasıl bozuk para gibi harcandığını anlatan dev bir romandır. Anadolu aydınları bir bir canlarını verirken İstanbul daki "bir kısım zümre" şahsi menfaatlerinin peşinde, yabancı işgalcilerle iç içe yaşamaktadır. Belkide onların mezesi olmuşlarıdır. Ama romanın sonunda herkes layık olduğu yere ve yörüngeye dağılır. Bu kitabı okumak tarihimizi tanımak ve belkide tüm çağlarda olabilecek aynı tekerrürlerden ders almak adına bize yardımcı olacaktır.
YABANCI ATASÖZLERİ...BİR KÖŞEDE DURSUN...YüZYILLARIN TECRüBESİ SÖZLE
Tanrı karıncayı yok etmek isteyince,ona kanat takar. (Alman atasözü)
Korkak olduğunu bilmeyen herkes cesurdur. (Alman atasözü)
Altın ateşle, kadın altınla, erkek kadınla imtihan edilir. (Amerikan Atasözü)
Odununu kendi kesen,iki kere ısınır. (Amerikan Atasözü)
Balık ve konuk üç günde kokar. (Amerikan Atasözü)
Akıllı bir adam yalnız kendi tecrübelerinden,çok akıllı bir adam başkalarının da tecrübelerinden yararlanır.(Çin atasözü)
Fısıldanan sözler,çok kere yüksek sesle söylenenden daha uzağa giderler. (Çin atasözü)
Anlatırsanız unuturum,
Gösterirseniz hatırlarım,
Yaptırırsanız anlarım. (Çin atasözü)
Dünyada üç şey saklanamaz: aşk, duman ve parasızlık! (Çin atasözü)
Her akılsıza hayran olacak, başka bir akılsız bulunur. (Fransız atasözü)
Derin olan kuyu değil kısa olan iptir. (Çin atasözü)
Zincir, en zayıf halkası kadar güçlüdür. (Çin atasözü)
Kadınlar gülebildikleri zaman gülerler, istedikleri zaman ağlarlar. (İngiliz atasözü)
Büyük acılar sessizdir. (İtalyan atasözü)
Kartal için bir güvercini mağlup etmek bir şeref değildir. (İtalyan atasözü)
İlk karını sana Allah, İkinci karını insanlar, üçüncüsünü ise şeytan gönderir. (japon atasözü)
Pirincin içindeki siyah taşlardan korkma beyaz olanlardan kork. (japon atasözü)
İnsanı elbisesine göre karşılarlar, bilgisine göre ağırlarlar. (Rus atasözü)
Korku mantıktan daha kuvvetlidir (Yunan atasözü)
Dostunuzu sık sık ziyaret ediniz, çünkü üzerinde yürünmeyen yollar diken ve çalılarla kaplıdır. (hint atasözü)
Nisan yağmuru Mayıs çiçeği getirir. (Kanada atasözü)
ŞAİR BANA YAĞMURU ANLATMA, YAĞDIR!" VİCTOR HUGO
"Şair bana yağmuru anlatma, yağdır!” Victor Hugo
Evet ne pırıltılı ve güzel bir söz. Öyle bir şiir yazacaksın ki, yağmuru anlatma gereksizliği yerine, karşındaki insanın içinde gerçek yağmur yağıyor duygusunu uyandıracaksınız. İşte bu olmak yada olmamak cümlesindeki olmak eylemidir bu. Olduğunda yağmur yağmasa bile şiirini okuyanlar yağmış gibi heyecanlanır. Ne sıradan ve müphem tipler vardır ki tüm servetlerini ortaya koysalar olamazlar ve yağdıramazlar. Victor Hugo olmuş bir elma gibi. kıpkırmzı, mis kokulu tap taze hiç ölmemiş hep yaşamış gibi bir yazar. Yağmuru görmeyene yağdırmış bir yazar. Binlerce dolar ortaya koysak Sefiller romanındaki tek bir kahramanı kadar ünümüz olmazdı Dünya tarihinde. Evet şimdi sefiller romanından bir bölüm veriyoruz. Bu sadece giriş. Göz yaşlarınızın romanın sonunda akıp çağlayacağı daha neler neler var romanda. Okurken insanı kendinden geçirir...
"jean valjean adlı bir köylünün ondokuzuncu asrın ilk otuz senesindeki maceralarını anlatır.valjean aç ailesini doyurmak için bir somun ekmek çaldığından bir kadırgada kürek çekmeye mahkum edilmiştir.defalarca kaçmak istediğinden mahkumiyet süresi 19 seneye çıkmıştır.nihayet 1815te serbest bırakılır.valjean şimdi kızgın ümidini yitirmiş bir adamdır.güney fransada D…. Kasabasına gider .bir kürek mahkumu olduğundan kimse onu barındırmak istemez .nihayet yaşlı ve çok iyi bir insan olan kasabanın pisikoposu onu yanına alır ve gayet nazik davranır.valjean onun misafirperverliğine piskoposun yemek takımlarını çalarak karşılık verir.polis kısa bir süre sonra onu yakalar ve pisikoposa getirir. Ama pisikopos polise yemek takımlarını ona kendisinin verdiğini söyleyerek onu bu durumdan kurtarır. valjean yıllar sonra gördüğü bu güzel hareket bütün fikir ve tavırlarını değiştirir ve yeni bir insan olur. "(1)
NOEL BABA BİZE KüSTü Mü ? YOKSA BİZ Mİ KüSTüRDüK ?
Hikaye Türkiye doğumlu tarihsel bir figür olan psikopos Saint Nicholas`ın (Nikola) fakirlere hediye dağıtmasına dayanır. Bilinen en meşhur yardımı da, üç kızı olan bir babayla arasında geçenlerdir. Bu olayın 320'li yıllarda gerçekleştiğine inanılır. Fakir bir baba kızlarına çeyiz parası karşılayacak durumu yoktur, bu yüzden hiçbir erkek onlarla evlenmek istemez. Böyle bir durumda da kötü yola düşmek zorunda kalabilirler. Oldukça eğitimli ve zengin bir aileden gelen Nikola da üç kızı için üç külçe altını geceleyin gizlice fakir adamın penceresinden içeri atar. Hikayenin bu noktada birçok versiyonları mevcuttur.Bu üç külçe altının 3 gün arayla ya da 3 yıl ard arda atılması ile ilgili; ancak sonu aynıdır. Fakir adam çıkıp kendisini görünce şaşırır ve o'na teşekkür eder; bir rahip olan Nikola da "Bana değil, Tanrı'ya teşekkür et." der. Bu olayın ortaya çıkmasından sonra, o yörede birçok gizlice yapılan yardımların aslında Nikola tarafından yapıldığı anlaşılır. Nikola'nın ölümünden sonra da yöre halkı birbirlerine gizlice hediye vermeye başlarlar ve bir gelenek oluşur."(1)
Bizlere belki Noel Baba gelmedi ama yılbaşlarında gelmiş kadar mtlu olmadık mı ? Sevdiğimiz komşularun evinde çerezler, kestaneler, çeşit çeşit yiyeceklerle süslü bir gecede, tombala oynamanın heyecanı sarmadı mı hepimizi ? Belki ilk çinkoyu yapamadık diye üzldük ama, gece yarısı hep beraber geriye saymadık mı ? Ya tek kanallı dönemde gece yarısı dansöz çıkacak diye herkes gözünü televizyona dikmedi mi ? Belki o zamanlar Noel Baba geldide, dansöze bakmaktan biz görmedik kendisini. Hep bacanın yada sobanın yanınada aradık hediyelerimizi. Oysa Noel baba o tombala oyunlarında vermişti hediyemizide farkında bile olmadık. Şimdilerse ise ne o sıcacık sobalar ne sıcacık komşular ne tombala nede geri saymalar var. Noel Baba gelmez oldu. Küstümü acaba bize. Yoksa biz mi zorla küstürdük. Belki bir gün bidaha gelir. Oda belki bu yılbaşı olur mu olur....
Bizlere belki Noel Baba gelmedi ama yılbaşlarında gelmiş kadar mtlu olmadık mı ? Sevdiğimiz komşularun evinde çerezler, kestaneler, çeşit çeşit yiyeceklerle süslü bir gecede, tombala oynamanın heyecanı sarmadı mı hepimizi ? Belki ilk çinkoyu yapamadık diye üzldük ama, gece yarısı hep beraber geriye saymadık mı ? Ya tek kanallı dönemde gece yarısı dansöz çıkacak diye herkes gözünü televizyona dikmedi mi ? Belki o zamanlar Noel Baba geldide, dansöze bakmaktan biz görmedik kendisini. Hep bacanın yada sobanın yanınada aradık hediyelerimizi. Oysa Noel baba o tombala oyunlarında vermişti hediyemizide farkında bile olmadık. Şimdilerse ise ne o sıcacık sobalar ne sıcacık komşular ne tombala nede geri saymalar var. Noel Baba gelmez oldu. Küstümü acaba bize. Yoksa biz mi zorla küstürdük. Belki bir gün bidaha gelir. Oda belki bu yılbaşı olur mu olur....
ÖLMEYİN -PABLO NERUDA
Yavaş yavaş ölürler
Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler,Seyahat etmeyenler,
Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,
Müzik dinlemeyenler,
Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.
İzzeti nefislerini yıkanlar
Hiçbir zaman yardım
İstemeyenler.
Yavaş yavaş ölürler
Alışkanlıklara esir olanlar,
Her gün aynı yolları yürüyenler,
Ufuklarını genişletmeyen ve değiştirmeyenler,
Elbiselerinin rengini değiştirme riskine bile girmeyen,
Veya bir yabancı ile konuşmayanlar.
Yavaş yavaş ölürler
İhtiraslardan ve verdikleri heyecanlardan kaçınanlar,
Tamir edilen kırık kalplerin gözlerindeki pırıltıyı
Görmek istemekten kaçınanlar
Yavaş yavaş ölürler.
Yavaş yavaş ölürler
Aşkta veya işte bedbaht olup istikamet değiştirmeyenler,
Rüyalarını gerçekleştirmek için risk almayanlar,
Hayatlarında bir kez dahi mantıklı tavsiyelerin
Dışına çıkmamış olanlar.
Yavaş yavaş ölürler...
AKIL DOLU BİR DİYOJEN CEVABI. KİBİRLİ BİR ZENGİNE SERSERİNİN KİM OLDUĞUNU GÖSTERİYOR.
DİYOJEN (M.Ö. 412 SİNOP - M.Ö 320)

Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: Ben bir serseriye yol vermem, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: Ben veririm...!!!!!
ALIŞKANLIK NEDİR ?
Alışkanlık, anahtarı kaybolmuş bir kelepçedir. Amos Parrish
Alışkanlık cennetin yerine geçer, mutluluğun yerini alır. Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Çok fazla alışkanlık, çok az bağımsızlıktır. Jonathan Swift
Alışkanlık cennetin yerine geçer, mutluluğun yerini alır. Aleksandr Sergeyeviç Puşkin
Çok fazla alışkanlık, çok az bağımsızlıktır. Jonathan Swift
PAPATYA VE BAHÇIVAN
Koskoca bir bahçede harikulada çiçekler içinde bir papatya.. Ve papatya aşık olmuş, yanmış tutuşmuş ak sakallı bahçıvana..
Bir ümit bekliyormuş. Yüzlerce çiçeğin arasından.. Onunla, sadece onunla saatlerce ilgilensin.. Buz gibi suyunu sadece ona döksün istiyormuş.. Sadece ona değsin makası, Sadece ona gülsün dudakları.. Kıskanıyormuş bahçıvanı, Kırmızı güllerden, Sarı lalelerden, Mor menekşelerden.... Zambaklardan... Papatya, sadece bahçıvan için açıyormuş, Bembeyaz yapraklarını..
Bir gün, Aşkı öyle büyümüşki... Papatya yapraklarını taşıyamaz olmuş.. Eğilivermiş boynu.. Toprağa bakıyormuş artık.. Bahçıvanın sadece sesini duyuyormuş.. Ayaklarını görüyormuş.. Bunada şükür diyormuş.. Yetiyormuş ona, bahçıvanın varlığını hissetmek...
Zaman akıp gidiyormuş.. Papatya bahçıvanın yüzünü görmeyeli çok olmuş.. Ne var sanki boynumu kaldırsa Bir kerecik daha görsem yüzünü diyormuş.. Ve işte bir gün..
Bahçıvan papatyaya dopru yaklaşmış.. İncecik bedenini ellerinin arasına almış.. Elindeki sopayı, köklerinin yanına, toprağa sokmuş bir iple papatyanın gövdesini bağlayıvermiş sopaya.. Papatya o an daha çok sevmiş bahçıvanı.. Hala göremiyormuş onu, ama bedeni kurtulmuş...
Uzun bir müddet sonra, Bahçıvan uğramaz olmuş bahçeye.. Gelen giden yokmuş.. Kahrından ölecekmiş papatya.. Ama işte bir sabah...
Hortumdan akan suyun sesiyle uyanmış.. Derin bir oh çekmiş.. Çılgıncasına sevdiği bahçıvan geri gelmiş.. Birden, kendisine doğru gelen iki ayak görmüş.. Bu onun delicesine sevdiği bahçıvan değilmiş.. Başka birisiymiş.. Adamın elinde bir de makas varmış.. Papatyanın kafasını kaldırmış yukarıya doğru..
Ne güzel açmışsın sen öyle demiş.. Bu gencecik, yakışıklı bir delikanlıymış.. Gözleri gök mavisi, saçları güneş sarıymış.. Ama gövden seni taşımıyor demiş. Elindeki makası papatyanın boynuna doğru uzatmış.. Ve bir hamlede bağını gövdesinden ayırmış.. Papatya yere düşerken hatırlamış sevdiğini.. O ak saçlı, ak sakallı, yaşlımı yaşlı bahçıvanı hatırlamış.. Birde o gencecik, yakışıklı delikanlıyı düşünmüş.. Ve o an anlamış, neden o yaşlı bahçıvanı sevdiğini.. O her şeye rağmen, papatyaya emek vermiş.. Ona hiç bir zaman güzel olduğunu söylememiş, ama onu aslında hep sevmiş...
Papatya anlamış artık..
Sevgi, emek istermiş...
Yere düştüğünde son bir kez düşünmüş sevdiğini.. Teşekkür etmiş ona içinden.. Son yaprağıda kuruduğunda, biliyormuş artık..
* Gerçek sevginin, söylemeden, yaşamadan ve asla kavuşmadan varolabileceğini...
KANUNİ SULTAN SüLEYMAN VE VEZİRİNİN DİYALOGLARI...
KANUNİ SULTAN SüLEYMAN VE VEZİRİNİN DİYALOGLARI...
Kanuni'nin oğlunun sünnet şöleni vardır ama ondan önce de vezirinin oğlunun sünnet şöleni olacaktır.kanuni veziri çağırır yanına: - şöyle bakalım vezir, seninki düğün mü daha görkemli olacaktır yoksa benimki mi ? - hünkarım, bir cemiyetin görkemini davetliler belirler. benim düğünümde yedi cihan hakanı sultan süleyman olacak ama sizinkisinde olamayacak. - ben de bu yanıtı beklemiştim zaten vezirim. |
RUSKİN 'İN İNGİLİZ HALKI VE ASLINDA DİĞER MİLLETLERİN HALKLARI İÇİN YAZDIĞI SATIRLAR. KIZIM SANA SÖYLüYORUM (İNGİLİZLERE), GELİNİM YANİ TüM DüNYA YIĞINLARI SİZ DE ANLAYINIZ...
"İngiliz hodgâmdır, heyecansızdır. Bir millet değil, bir yığın. Yığını kolayca kandırabilirsiniz, duyguları hiçbir temele dayanmaz. Yığın düşünmez, mâruz kalır. Nezleye yakalanır gibi tutulur bir fikre. Ateşi yükselince aslanlaşır, nöbet geçince her mukaddesi unutuverir. Büyük bir milletin duyguları ölçülü, düzenli, devamlıdır."
Hemen Platonunda o ünlü sözünü ekleyelim;
"Yığın hiçbir zaman filozof olmayacaktır."
Hemen Platonunda o ünlü sözünü ekleyelim;
"Yığın hiçbir zaman filozof olmayacaktır."
GEORGE BERNARD SHAW'UN ÖLDüREN DİYALOGLARI. AMA BU TüR İNCE ESPİRİLERİ YAPMAK CİDDİ BİR ALTYAPI İSTER.
bernard shaw, bir oyununun ilk gecesine, churchill'i davet eder:
bernard shaw : size iki kişilik davetiye gönderiyorum. bir dostunuzu alıp gelin, eğer varsa...
churchill : ilk gece oyununuza gelemeyeceğim. ikinci gece gelebilirim, eğer olacaksa...
------------------------------------------------
güzellik kraliçelerinden biri bernard shaw'a kafayı takmıştır. onunla evlenmenin bir yolunu aramaktadır, sonunda shaw ile yüz yüze görüşme fırsatı bulur ve bu isteğini sebebiyle birlikte dile getirir:
güzellik kraliçesi: biz neden evlenmiyoruz böylece doğacak olan çocuk zekasını senden görünüşünü de benden alır, mükemmel bir varlık getirebiliriz dünyaya!
shaw: peki ya zekasını senden görünüşünü benden alırsa ne olacak?
------------------------------------------------------------------------------------------------
Bernard Shaw'dan Bir kaç inci:Attığınız tokada karşılık vermeyen kişiden sakının: O hem sizi bağışlamaz hem de kendinizi bağışlamanıza olanak bırakmaz.
Hiçbir şey bigotların vicdanından daha tehlikeli değildir. (bigot: Bağnaz)
Yanlışlık fare deliğinden geçer, doğruluk kapılardan sığmaz.
Şaka, çok ciddî bir sanattır.Benim şaka tarzım doğruyu söylemektir. Doğru dünyadaki en komik şakadır.
Sözünüz senediniz kadar sağlam olamaz; çünkü belleğiniz hiçbir zaman onurunuz kadar güvenilir olamaz.
bernard shaw : size iki kişilik davetiye gönderiyorum. bir dostunuzu alıp gelin, eğer varsa...
churchill : ilk gece oyununuza gelemeyeceğim. ikinci gece gelebilirim, eğer olacaksa...
------------------------------------------------
güzellik kraliçelerinden biri bernard shaw'a kafayı takmıştır. onunla evlenmenin bir yolunu aramaktadır, sonunda shaw ile yüz yüze görüşme fırsatı bulur ve bu isteğini sebebiyle birlikte dile getirir:
güzellik kraliçesi: biz neden evlenmiyoruz böylece doğacak olan çocuk zekasını senden görünüşünü de benden alır, mükemmel bir varlık getirebiliriz dünyaya!
shaw: peki ya zekasını senden görünüşünü benden alırsa ne olacak?
------------------------------------------------------------------------------------------------
Bernard Shaw'dan Bir kaç inci:Attığınız tokada karşılık vermeyen kişiden sakının: O hem sizi bağışlamaz hem de kendinizi bağışlamanıza olanak bırakmaz.
Hiçbir şey bigotların vicdanından daha tehlikeli değildir. (bigot: Bağnaz)
Yanlışlık fare deliğinden geçer, doğruluk kapılardan sığmaz.
Şaka, çok ciddî bir sanattır.Benim şaka tarzım doğruyu söylemektir. Doğru dünyadaki en komik şakadır.
Sözünüz senediniz kadar sağlam olamaz; çünkü belleğiniz hiçbir zaman onurunuz kadar güvenilir olamaz.
HEPİMİZİN KALBİNDE VARDIR İNCEDEN BİR ÇİZİK.
Bir hekim dir belkide kalbi en iyi tasvir eden hasta olunca. Gideriz umarsızca ve tek taraflı teslimiyetle hasta olmanın verdiği çöküntüyle. Yazılır çekilen röntgenlerin raporları. Okuruz anlamayız. Tanıdık başka bir hekime sorarız. Belki Biraz daha aydınlatır bizi. Anlarız hastalığımız ne. Bunların hepsi anjiolarda, raporlarda gözükürde, gözükmez nostaljik aşkların yırtıcı izleri. Vardır herkesin kalbinde eski yaraların izleri. Kimi derin, kimi eski, kimi yeni, kimi hafif bir çizik. Doktor çare olamaz görsede görmesede. Varsa kalbinde bir çizik, üzülme. Bu sanki yaralanmış ve yaraları iz bırakmış bir gladyatörün zaferi gibidir. Hani gösterir ya büyük kahramanlar savaş yaralarını. Övünür ya onlarla. Kaç kere vurulmuş ama ölmemiş derler ya. Yada atasözündeki gibi öldürmeyen yaranın seni her defa güçlendirdiği gibi. Gücünü eski yaralarından alır kahramanımız. Aslında yüreğinde çizik olan herkes gerçek bir hayat kahramanıdır. Çizeninde hakkını vermek lazım. Ne maharet. Hiç bir cisim kullanmadan karşındakinin kalbini çizeceksin laser ışını gibi.
YAVAŞ YAVAŞ SUDA ISITILAN KURBAĞA GİBİ BAŞKALARI ADINA İYİLİK DüŞüNüRKEN ZAMAN DOLAR, ZİL ÇALAR, VE SİSTEM HEP ÇALIŞIR...
Hayata niye geldiğini soran bir adam ne iğneyle uğraşır nede çuvaldızla. Saltanat kayığına yada saraylara sahip olanları kimse hatırlamaz tarihten başka. Düşünsenize servet servet paranız var. Torununuz bunun için her gün sizi hatırlar mı ? Bırakıp gidersiniz bu hayattaki her şeyi geride kalanlara, onlarda geride kalanlara. Oturur düşünür adem, neyin iyi neyin kötü olacağını başkalarının adına. Kimse ondan istemez bunları. Adem düşüneceksen kendi sonum nasıl olacak diye düşün. Bırak herkes kendi için düşünsün. Herkesin kendi defteri var. Sen önündeki deftere iyi şeyler yazdır. İnsanlar gariptir. Küçükken zayıftır. Büyüdükçe küstahlaşırlar. Kendilerini ölümsüz sanırlar. Bu güçlerinin mutlak güç olduğunu sanırlar. Çünkü yaş ilerledikçe para kazanır mevkii kazanır, bunun tadına varırlar. Oysa en güçlü anında iniş başlamıştır. Sistem hep çalışır. Herkes o iksirden zamanı gelince tadar. Niye geldiğini bilemeden gider belkide. Tek bir çivi çakmadan, belkide gölge ederek bu muazzam güzelliğe. Başkaları adına düşünenler, kendi kendinize bir bakın. Zavallı dediklerinizden daha güçlü olsanız ne olur olmazsanız ne olur. Onların hataları sizinkilerini hafifletmez yada kaldırmaz. İksir akar, adem tadar. Sistem hep çalışır. Kimse baki kalmaz. Baki kalanının hoş bir ses veya bir sözcük yada belki bir iyilik olduğunu ne güzel söylemiş şair belkide lahza.
Başkaları adına düşünenler zamanını israf etmiş olurmu? Onlar adına düşünen var mıdır ? Faset daire. Kısır döngü. Faset döngü. Yüzlerce çuvaldız var ama bir tane bile iğne yok. Herkes dev aynasında gömüyor mu kendini. Ama unutmuyormuyuz sistemin hep çalıştığını. Dünya ya sahip olmaya çalışan diktatörler imparatorlar sanki yavaş yavaş ocakta suyu ısınan bir kurbağaının hazin sonuyla örtüşmez mi? Önce soğuk bir su. Şok buz gibi. Sonra hafif ısıtan ve keyif veren bir su. Sonra kaynayıp giden bir kurbağa misali. Yaşarken hep şunu düşünmediler mi ? Aman şunada sahip olmalıyım, yok bunada. Ama aniden zaman doldu.Zil çaldı. Terzi son elbiseyi hazırladı. İnsanlar toplandı. Artık sınav bitti. Yaşarken kazandıkların yaşadığın yerde kaldı.
Trenden inme vakti geldi. Onlar adına düşündüğün kişiler nerde ? Kimbilir ? Sen nerdesin ? Yerin yedi kat altında. Yalnız ve tek başına. Sistem çalıştı. Sen tek başınasın. Ya yaşarkan küçülem ümitler ve azalan zamanlar. Bunlar değil mi elimizde kalanlar. Yavaşça ve niye derken yolda yürürken kafamıza bir sakısı düştüğünde her şeyi yaşarken dahi kaybetmemiz olasılığı yok mu ? Aklımız varken kendimize değil de başkalarına harcamak. Zamanı
acımsızca tüketmek. Neden sorusunu sormadan gitmek. Nefsi müdafa değil bu. Nefsi suistimal.
Başkalarının düşünce hamisi olma yetisini nerden aldın ?
Başkaları adına düşünenler zamanını israf etmiş olurmu? Onlar adına düşünen var mıdır ? Faset daire. Kısır döngü. Faset döngü. Yüzlerce çuvaldız var ama bir tane bile iğne yok. Herkes dev aynasında gömüyor mu kendini. Ama unutmuyormuyuz sistemin hep çalıştığını. Dünya ya sahip olmaya çalışan diktatörler imparatorlar sanki yavaş yavaş ocakta suyu ısınan bir kurbağaının hazin sonuyla örtüşmez mi? Önce soğuk bir su. Şok buz gibi. Sonra hafif ısıtan ve keyif veren bir su. Sonra kaynayıp giden bir kurbağa misali. Yaşarken hep şunu düşünmediler mi ? Aman şunada sahip olmalıyım, yok bunada. Ama aniden zaman doldu.Zil çaldı. Terzi son elbiseyi hazırladı. İnsanlar toplandı. Artık sınav bitti. Yaşarken kazandıkların yaşadığın yerde kaldı.
Trenden inme vakti geldi. Onlar adına düşündüğün kişiler nerde ? Kimbilir ? Sen nerdesin ? Yerin yedi kat altında. Yalnız ve tek başına. Sistem çalıştı. Sen tek başınasın. Ya yaşarkan küçülem ümitler ve azalan zamanlar. Bunlar değil mi elimizde kalanlar. Yavaşça ve niye derken yolda yürürken kafamıza bir sakısı düştüğünde her şeyi yaşarken dahi kaybetmemiz olasılığı yok mu ? Aklımız varken kendimize değil de başkalarına harcamak. Zamanı
acımsızca tüketmek. Neden sorusunu sormadan gitmek. Nefsi müdafa değil bu. Nefsi suistimal.
Başkalarının düşünce hamisi olma yetisini nerden aldın ?
ÖNEMLİ OLAN KİME NE SÖYLEDİĞİN DEĞİL NASIL SÖYLEDİĞİNDİR
Padişah, bir gece rüyasında tüm dişlerinin döküldüğünü, yemek bile yiyemez hale geldiğini görür. Sıkıntı içinde uyanır. Vezirini çağırıp sarayın rüya tabircisinin hemen huzuruna getirilmesini buyurur. Uyku sersemi tabircibaşı yanına gelince, padişah düşünü anlatıp sorar:
"Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle."
Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla:
"Şerdir, Padişahım" der.
"Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz."
Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:
"Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!"
Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar:
"Hayır mıdır, şer midir?" der.
İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:
"Hayırdır, Padişahım!" der. "Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz."
Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: "Bu tabirciye iki kese altın verin!"
Başından sonuna durumu izleyenler, tabirciye sorar:
"Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?"
Tabirci güler:
Elbette aynı şeyi söyledik; ama önemli olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğindir.?
"Tabircibaşı, bu rüya hayır mıdır, şer midir? Neye işarettir, hele bir söyle."
Tabircibaşı biraz düşünür; sonra utana sıkıla:
"Şerdir, Padişahım" der.
"Uzun yaşayacaksınız; ama ne yazık ki, tüm yakınlarınızın gözlerinizin önünde birer birer ölüp sizi yapayalnız bıraktıklarını göreceksiniz."
Bir an sessizlik olur; ardından padişah kükrer:
"Tez atın şunu zindana, felaket habercisi olmak neymiş öğrensin!"
Tabircibaşı, yaka paça götürülüp zindana atılır. Padişah bir başka tabircinin bulunmasını emreder. Huzura getirilen ikinci tabirciye de rüyasını anlatıp sorar:
"Hayır mıdır, şer midir?" der.
İkinci tabirci de önce biraz düşünür; ama sonra yüzü aydınlanır:
"Hayırdır, Padişahım!" der. "Bu rüya, tüm yakınlarınızdan daha uzun yaşayacağınızı gösterir. Daha nice seneler boyu ülkenizi yönetebileceksiniz."
Padişah, ağzı kulaklarında buyurur: "Bu tabirciye iki kese altın verin!"
Başından sonuna durumu izleyenler, tabirciye sorar:
"Aslında sen de tabircibaşı da aynı şeyi söylediniz. Neden onu cezalandırdı da seni ödüllendirdi?"
Tabirci güler:
Elbette aynı şeyi söyledik; ama önemli olan, kimilerine NE söylediğin değil, NASIL söylediğindir.?
"PAŞA ÇAYI" DEYİMİ NEREDEN GELİYOR ?
Eski Osmanlı Bürokratları çay geldiğinde iş yoğunluğu sebebi ile çayı hemen içmezlermiş. Yavaş yavaş ve soğutarak içerlermiş. Bu sebeple soğuk çaya paşa çayı denilirmiş. Eğer maksat sohbet yada iş olunca çay soğuyor. Ama çay içmek esassa o zaman az sohbet, az iş oluyor. Çay için mi sohbet, sohbet için mi çay içiyorsunuz ?
İNSANLAR SENİN GEMİYİ LİMANA NASIL GETİRDİĞİNE DEĞİL GETİRİP GETİRMEDİĞİNLE İLGİLENİRLER
Bir sürü pozitif bilim neyi nasıl iyi yapacağımızı öğretir. Tabi gemiyi de nasıl fırtılardan kurtaracağımızı da. Bu meşakkatli bir yoldur. Ama yazarında dediği gibi sonunda gemi limana geldiğinde insanlar bu fırtınaları sormaz. Geminin gelip gelmediğine bakarlar. Neyi kimin için yaptığımız önemli. Limandakiler değilde gemidekiler açısından ise kaptan kahramandır. Ancak insan bir gemiyi ölümcül fırtınalardan kurtardı ise inanılmaz huzurludur ayrıca. Kaptan,huzurlu, yolcular huzurlu ve kıymet bilen. Boş verin limandakileri. Onlarda elbet gemiye biner bir gün belkide kaptan olurlar. O zaman görürler anyayı konyayı.
Evet gemiyi limana nasıl getirdiğin önemli. Büyük gemileri limanlara getiren bilim adamlarının bunun nasıl yaptığını düşünelim. Bir arabanın nasıl çalıştığını, bir mekiğin nasıl uçtuğunu ve bir felsefe akımının nasıl doğduğunu. Ve o büyük kaptanlara bir an olsun geminin gelmesinden önce zihnimizde saygı duruşunda bulunalım...
BİR MALI SATMA üZERİNE İRONİK BİR HİKAYE. "MARKETİNG" DEDİKLERİ BU OLSA GEREK. APPLE'İN CIO SU OLMAYA GEREK YOK SANIRIM :)
Ateşli bir köy çocuğu şehrin en büyük marketinde işe başvurur.
Dünyanın bu en büyük alışveriş merkezinde herşey ama herşey
satılmaktadır.
Patron sorar:
- Daha önce hiç satıcılık yaptın mı?
- Evet köyümde bu işi yaptım. Patronun gözü çocuğu tutar:
- iyi, yarın başlıyorsun. Ertesi gün akşam olur ve patron çocuğu
karşısına alır;
- Evet, bugün kaç satış yaptın??
- Bir!
- Ne bir mi? Diğerleri 20-30 satış yaptılar, Nasıl bir? Kaç dolar
tuttu peki?
- 320.334 USD dolar?.
Patron şaşırır ve sorar:
- Nasıl becerdin bunu?
- Adama başta küçük boy bir olta, sonra orta boy ve sonra da büyük
boy bir olta sattım.
Adama nerede balık tutucağını sordum. Kıyıda diyince bir tekneye
ihtiyacı olduğunu söyledim.
Tekne bölümüne indik ve çift motorlu,yelkenli, lüks bir yat sattım.
Vosvosuyla
bunu çekemeyeceğini söyleyince son model 4x4 bir jeep sattım.
Patron kendinden geçer:
- Ne diyorsun, bütün bunları bir küçük olta almaya gelen adama mı
sattın?
Genç çocuk cevap verir:
- Yoo aslında karısı için bir tane orkid istemişti... Ben de ona
şöyle dedim:
Haftasonun mahvolmuş, sen en iyisi balığa git.
Dünyanın bu en büyük alışveriş merkezinde herşey ama herşey
satılmaktadır.
Patron sorar:
- Daha önce hiç satıcılık yaptın mı?
- Evet köyümde bu işi yaptım. Patronun gözü çocuğu tutar:
- iyi, yarın başlıyorsun. Ertesi gün akşam olur ve patron çocuğu
karşısına alır;
- Evet, bugün kaç satış yaptın??
- Bir!
- Ne bir mi? Diğerleri 20-30 satış yaptılar, Nasıl bir? Kaç dolar
tuttu peki?
- 320.334 USD dolar?.
Patron şaşırır ve sorar:
- Nasıl becerdin bunu?
- Adama başta küçük boy bir olta, sonra orta boy ve sonra da büyük
boy bir olta sattım.
Adama nerede balık tutucağını sordum. Kıyıda diyince bir tekneye
ihtiyacı olduğunu söyledim.
Tekne bölümüne indik ve çift motorlu,yelkenli, lüks bir yat sattım.
Vosvosuyla
bunu çekemeyeceğini söyleyince son model 4x4 bir jeep sattım.
Patron kendinden geçer:
- Ne diyorsun, bütün bunları bir küçük olta almaya gelen adama mı
sattın?
Genç çocuk cevap verir:
- Yoo aslında karısı için bir tane orkid istemişti... Ben de ona
şöyle dedim:
Haftasonun mahvolmuş, sen en iyisi balığa git.
SİZ DE KENDİ MEMLEKETİNİZDE GURBETTEMİSİNİZ ? CEVABINIZ EVET İSE OKUYUN.
Evet kendi mekanında gurbette olmak ne demek ? Bilim adamları eski mitlerde bile yani milattan önce bile büyük itibar görmekteydiler. Eski Yunan tiyatrolarına insanlar 80-100 km yürüyerek gelir ve bizim Akdeniz bölgesindeki tarihi tiyatrolarda oyunları izlerlermiş. Fransız ihtilalinden sonra bilim adamları yeni buluşlarını veya fikirlerini çok yüksek paralara gösterilerle elit halka anlatırmış. Yani bu günün seminerleri gibi.
Bu gün Dünya nın çoğu ülkesinde bilim adamları horlanıyor. Dışlanıyor. Sanki o meşhur psikolojideki "mobbing" sendromu gibi. Mobbing işyerinde özellikle çalışan başarılı insanları psiko-terör ile işten soğutmak için tek veya çok kişi ile yapılan yıldırma hareketleri. Peki bilim adamlarının dışlanıyor mu ? Şimdi hangi topluma söyleseniz buna hayır der. Ama bilim adamlarını bilinç altından dışlayan bu toplumlar, güçlü toplumlar tarafından sömürüldüğünde medeti mistik güçlerden beklerler. Oysa evrende kurallar var, quantum var, Newton fiziği var. Duran bir cisim kuvvet uygulamadan büyük bir ihtimalle harekete geçmez. Kurallar ve kodlar önceden yazılmış. Bu kurallar evrenin her köşesinde büyük bir ihtimalle geçerli. Evet çoğu bilim adamı, sanat adamı, düşünce adamı, felsefeci, aydın, aristokrat kendi coğrafyasında veya belkide onlar doğdukları yerde gurbetteler. Onlar için düşünme bilinçli bilme yük. Bu geniş Dünyada hiç bir yerleri yok gibi. Pusularları var referansları var, maceracılar, cesaretliler, biliyorlar ama nafile. Çünkü cahil bigotlar tıkaç. Evet tıkaçlar. Bir deliği tıkayan tıkaçlar. Tıkarken tıkaç bilmez tıkaçlığını. Tıkaç bigotlar bilmez bigotluklarını. Kötülük bunun neresinde ? Tam içinde. Kötülük bigotların bilinç altlarında.
GÖZLER NE RENK OLURSA OLSUN GÖZYAŞLARI AYNI RENKTEDİR
GÖZLER NE RENK OLURSA OLSUN GÖZYAŞLARI AYNI RENKTEDİR
Bir atasözü bu kadar anlamlı olur. Fazla yorum yapmayacağız. İncittiğiniz insanları bir kez daha düşünün. |
EŞ MAYMUN DENEYİ - NEGATİF ÖĞRENME - ÖPüLENLERİN YALAKALAŞIP DİĞERLERİNİ ÖPMESİ. AŞAĞIDAKİ DENEY SİZE BİR ŞEYLER ÇAĞRIŞTIRDI MI ?
Bir kafese beş maymun koyarlar. Ortaya bir merdiven ve tepesine de iple bağlı bir salkım muz asarlar. Her bir maymun merdivene çıkıp muza ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar…
Her maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk su ile ıslatılır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda ıslanmayı tecrübe etmiş olurlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır.
Suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun konur. Yeni maymunun ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler.
Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha kafesten alınır ve yerine yeni bir maymun konur. Ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. Üçüncü yeni gelen maymunda ilk atağında cezalandırılır. İlk gelen iki maymunun yeni geleni niye dövdükleri konusunda bir fikirleri yoktur ama dövmektedirler.
Son olarak da kafesteki ıslanan son maymun olan dördüncü ve beşinci de değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbir maymun merdivene yaklaşıp muzları almak için hamle yapamamaktadır.
NEDEN mi?
Çünkü, burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmelidir...
Çünkü buna organizasyonel negatif öğrenme denir… Insanoğlu için de tüm bunlar aynen geçerlidir.
Her maymun aynı denemeye giriştiğinde buz gibi soğuk su ile ıslatılır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda ıslanmayı tecrübe etmiş olurlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır.
Suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun konur. Yeni maymunun ilk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merivene tırmanmak olur. Fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler.
Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha kafesten alınır ve yerine yeni bir maymun konur. Ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur.
Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. Üçüncü yeni gelen maymunda ilk atağında cezalandırılır. İlk gelen iki maymunun yeni geleni niye dövdükleri konusunda bir fikirleri yoktur ama dövmektedirler.
Son olarak da kafesteki ıslanan son maymun olan dördüncü ve beşinci de değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbir maymun merdivene yaklaşıp muzları almak için hamle yapamamaktadır.
NEDEN mi?
Çünkü, burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmelidir...
Çünkü buna organizasyonel negatif öğrenme denir… Insanoğlu için de tüm bunlar aynen geçerlidir.
ÜNLü HEYKELTRAŞ RODİN'E SORMUŞLAR: "ÜSTAD, BU MUHTEŞEM HEYKELLERİ NASIL YAPIYORSUNUZ?" CEVAP MI ? ...
Üstad, bu muhteşem heykelleri nasıl yapıyorsunuz?" "Gayet basit" demiş Rodin, "Ben sadece taşın fazlalıklarını atıyorum. Geriye bu gördüğünüz heykeller kalıyor."
GERÇEK ARKADAŞ KİMDİR ? İBRET DOLU HAZİN BİR ÖYKü...
Savaşın en kanlı günlerinden biriydi.
Asker en iyi arkadaşının az ileride , kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
insanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.
Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadasımı alıp geleyim mi?
'Delirdin mi?' der gibi baktı teğ men...
- Gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!
Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü:
- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim! Bu zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
'Geleceğini biliyordum!'
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!
Kalbimizde 'arkadaşlık' denilen bir mucize var. Nasıl olduğunu, nasıl basladığını bilemezsiniz.
Ama bunun özel bir armağan olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir.
Yüzünüzü güldürüp, başarmanız için cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
Asker en iyi arkadaşının az ileride , kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
insanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.
Asker teğmenine koştu hemen:
- Komutanım, bir koşu arkadasımı alıp geleyim mi?
'Delirdin mi?' der gibi baktı teğ men...
- Gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile. Kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!
Ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- Peki, dene bakalım!
Asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. Birlikte siperin içine yuvarlandılar.
Teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü:
- Sana hayatını tehlikeye atmaya değmez, dememiş miydim! Bu zaten ölmüş...
- Değdi Komutanım, değdi! dedi asker.
- Nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- Gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...
Ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...
Ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
'Geleceğini biliyordum!'
GELECEĞİNİ BİLİYORDUM!
Kalbimizde 'arkadaşlık' denilen bir mucize var. Nasıl olduğunu, nasıl basladığını bilemezsiniz.
Ama bunun özel bir armağan olduğunu bilirsiniz.
Gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir.
Yüzünüzü güldürüp, başarmanız için cesaret verirler.
Sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
HAYAT BİR ÇOCUĞA NASIL ANLATILMALI ?
Arkadaşımın kızı bir yaşına gelmişti, 'Sen eğitimcisin, neler öğretmem gerekiyor, bazen kendimi çok çaresiz hissediyorum' dedi. Sorusu kolaydı ama, yanıtı zordu, akıl vermesi basitti ama uygulaması karmaşıktı, anlatmaya başladım:
Annelik uzun zaman alan ve günün yirmi dört saati devam eden adı 'insan yetiştirmek' olan bir iş. Bir kere bilmelisin ki, zaman alacak. Neye zaman harcarsan onun karşılığını alırsın. İşine zaman harcarsan işinden, eşine zaman harcarsan eşinden, çocuğuna zaman ayırırsan da ondan karşılığını alırsın. Yapabiliyorsan gözyaşlarını tutmamasını öğret, acı çekmeden olgunlaşamayacağını... Kıskanmama yı öğret ona, arkadaşının başarısından mutlu olmayı, birlikte sevinçleri paylaşmayı, içinden 'neden ben değil de o?' demeden...
Kazanmaktan mutluluk duyup içine sindirmeyi, ama aynı zamanda kaybetmeyi öğrenmesini. Çünkü bir adım sonrasında görünüşte galip olanları gösterecek hayat ona. Her şeyin bir sonu olduğunu öğret. Sahip olduğu bütün değerlerin bir gün keyif vermeyebileceğini. Kazanılan ve harcananın bir sonu olduğunu, gidilen yerlerin zamanla bıkkınlık verebileceğini, her şeyi tüketebileceğini, tüketemeyeceği tek şeyin bilgi olduğunu öğret. Kitaplardan keyif almasını, ders çalışmak istemiyorsa zorlanmamasını, ama okumayı sevmesini öğret ona. Elbet er ya da geç alacaksın biliyorum, ama mümkün olduğunca geç al ona bilgisayarı. Ona kendisi ile kalacağı sakin zamanlar ver, sıkılmayı öğret ona, sıkılıp ta kendini yönlendirmeyi bulmasını.
Doğaya götür onu, hayvanlardan korkmaması gerektiğini öğret. Arıların bizi sokmasından çok, nasıl bal yaptığını anlat. Doğanın kendi içindeki gizemini bulmasına yardımcı ol, yağmurdan sonraki toprak kokusundan keyif almasını sağla. Soğuk kış gecesinde ateş yakmayı öğret, belki büyüdüğünde bir gece sevgilisine ateş yakar ve belki binlerce yıldızın altında birbirlerine sarılırlar, bunu öğretmemiş diğer sevgililerin aksine...
Şartlar çok zor olsa da yalan söylememesi gerektiğini öğret ona. Kazandığı elli milyonun piyangodan çıkan beş yüz milyardan çok daha keyifli olduğunu öğret. Alın terine saygıyı öğret ona.
Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.
Aşk acısı çekmenin hiç aşık olmamaktan daha güzel bir duygu olduğunu öğret. Kendi doğruları üzerinden kimsenin onu yargılamasına izin vermemesi gerektiğini öğret, başkalarını da kendi doğruları üzerinden yargılamamayı... Bunun başkalarını dinlememek olduğunu değil, söylenenleri kendi eleğinden geçirmesi gerektiğini öğret. Kendi fikirlerine inanmanın güzelliklerini anlat.
Hayatı sorgulamayı öğret ona... Bilginin en büyük güç olduğunu öğret. Yapabilirse bunu en büyük fiyata satmasını, ama kalbini ve ruhunu kendisine saklaması gerektiğini öğret. Haklı olduğu konuda sonuna kadar diretmesini öğret ve haklıyken dik durmasını.
Günün birinde yaptıkları değil yapmadıkları için pişmanlık duyabileceğini öğret. Basit yaşaması gerektiğini öğret ona , çay içmekten keyif almayı... 'İstemiyorum', 'hayır' demeyi öğret ona , istediğinde ise 'istiyorum' demeyi, Sevdiğinde ise 'seni seviyorum' diyebilmeyi öğret ona. Bir kot pantolon ve tişörtle üniversiteyi bitirmeyi öğret ona. Temiz kokmasını...
Sorgusuz sevmeyi... El yazısı ile notlar yazmayı... Lafı dolandırmamayı... Sevdiklerinin hiçbir zaman çantada keklik olmadığını, dostluğa yatırım yapması gerektiğini, kıymetini bilmeyenlerden uzaklaşmasını öğret ona . Müziği sevmesini, sporla barışık yaşamasını, İşlerin hiçbir zaman bitmediğini söyle ona, en yoğun zamanda bile kendine vakit ayırması gerektiğini öğret... Ama en çok da kendini sevmesini öğret... Kendini sevmezse kimsenin onu sevmeyeceğini... Kendine çiçek almazsa kimseden çiçek beklememesi gerektiğini ... Kendine özenli yemekler yapıp sofralar kurmazsa kimsenin onun için yemek hazırlamayacağını ...
Hayatta her şeyden çok kendisinin önemli olduğunu öğret ona...
PAZARLAMA SANATI :
Diplomatın biri fakir bir adamın yanına gider ve oğlunun evlenmesini
sağlayabilirim? der.
- Oğlumun hayatına asla karışmam…
- Ama, kız Lord Rothschild'in kızı
- Haaa! O zaman başka…
Diplomatın ikinci durağı, Lord Rothschild'in yanıdır
- Kızınız için bir kısmet buldum Lord?um..
- Benim kızım evlenmek için henüz çok küçük…
- Ama, bu delikanlı halihazırda Dünya Bankası ba şkan yardımcısı
- Bak o zaman başka…
Diplomat, Lord'un yanından ayrıldıktan hemen sonra soluğu Dünya Bankası
başkanının yanında alır
- Size başkan yardımcısı olarak tavsiye edeceğim, çok iyi bir delikanlı
var.
- Şu an zaten ihtiyacımdan çok başkan yardımcım var, gerekmez?
- Ama bu çocuk Lord Rothschild'in damadı
- Bak o zaman oldu? Gelsin başlasın...
Pazarlama Nedir?
Bir profesör, yüksek lisans öğrencilerine pazarlama kavramlarını
anlatıyordu:
1. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına giderek
"Çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Bu, doğrudan pazarlamadır.
2. Bir grup arkadaşınızla katıldığınız partide büyüleyici bir kız
gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına gitti ve sizi işaret ederek
kıza "O çok zengin. Evlen onunla!" dedi. Bu, reklamdır.
3. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına gidip
telefon numarasını aldınız. Ertesi gün arayıp "Çok zenginim. Evlen
benimle!" dediniz. Bu, telepazarlamadır.
4. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı
düzelttiniz, ona doğru yürüyüp içkisini tazelediniz, arabanın kapısını
açtınız, çantasını düşürünce e ğilip aldınız, küçük bir gezinti teklif
ettiniz ve sonra "Bu arada ben çok zenginim.
Benimle evlenir misin?" dediniz. Bu, halkla ilişkilerdir.
5. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanınıza geldi ve
"Duyduğuma göre çok zenginmişsiniz. Benimle evlenir misiniz?" dedi. Bu,
marka bilinirliğidir.
6. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp
"Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat
yapıştırdı. Bu, müşteri geribildirimidir.
7. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp
"Ben çok zenginim. Evlen benimle!" dediniz. O da sizi kocasıyla
tanıştırdı. Bu, arz-talep uyuşmazlığıdır.
8. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına
yaklaştınız, ama siz birşeyler söyleyemeden önce biri gelip ona "Ben çok
zenginim. Benimle evlenir misin?" dedi ve kız onunla gitti. Bu, sizin
pazar payınıza göz koyan rekabettir.
9. Katıldığınız bir partide büyüleyic i bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp
"Ben çok zenginim, evlen benimle!" diyecekken karınız geldi. Bu, yeni
pazarlara girememektir.
ATATüRK ZAMANINDA NASIL TORPİL YAPILIRDI ?
"Yıl 1934, o dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Ulus'tadır. Bakan ise Niğdeli
Abidin ÖZMEN'dir.
Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.
Bakanın gür sesi:
"Giriniz!" Atatürk'ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler.
Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk'ten gelen bir mektuptur bu:
"Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim Bakanı..."
Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:
"Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz,bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın..."
Bu, Atatürk'ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir.
Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:
"Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını
yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine
Atatürk'ün ismini yazdırarak bana getiriniz." der.
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey'le Atatürk'e yollar.
Mektubun içeriği şöyle:
"Muhterem Atatürk, Yaver Bey'le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım.
Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için;
bu çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle
her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım.
Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum..."
Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü'ye telefon ederek:
"Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı." diyerek olayı anlatmış.
İnönü, Bakan adına özür dilemiş.
Atatürk:
"Yok! demiş özür dileme. Çok memnun oldum.Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve
doğruyu gösterebilse."
Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın
yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay'a iletir.
O da15.09.1985'te gazetesinde yayımlar."
Abidin ÖZMEN'dir.
Bakan, makamında çalışmaktadır. Kapı çalınır.
Bakanın gür sesi:
"Giriniz!" Atatürk'ün yaverlerinden biri, yanında iki çocukla makama girerler.
Konuklara yer gösterir ve zarfı açar. Atatürk'ten gelen bir mektuptur bu:
"Bay Abidin ÖZMEN, Milli Eğitim Bakanı..."
Abidin ÖZMEN zarfı özenle açar ve mektubu dikkatle okur:
"Yaver Bey'le, size iki fakir ve kimsesiz çocuk gönderiyorum. Bu çocukları, uygun göreceğiniz,bir liseye (parasız yatılı olarak) kaydını yaptırın..."
Bu, Atatürk'ün bir emridir. Kesinlikle yerine getirilecektir.
Bakan ÖZMEN, Orta Öğretim Genel Müdürünü çağırtır ve şu direktifi verir:
"Yaver Bey'in yanındaki bu iki çocuğun evrakını alınız ve bu çocukların Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kaydını
yaptırıp her ikisi için de üçer yıllık paralı yatılı makbuzlarının veli ve ödeyen hanesine
Atatürk'ün ismini yazdırarak bana getiriniz." der.
Bakanın emri yerine getirilmiştir. Abidin ÖZMEN de kısa bir mektup yazarak Yaver Bey'le Atatürk'e yollar.
Mektubun içeriği şöyle:
"Muhterem Atatürk, Yaver Bey'le göndermiş olduğunuz iki çocuk hakkında emirlerinizi aldım.
Ancak, arkasında Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve Cumhurbaşkanı Atatürk gibi biri bulunduğu için;
bu çocuğu fakir ve kimsesiz olarak kabul etmeme, hem yasalarımız, hem de mantığımız izin vermedi. Bu nedenle
her iki çocuğunda emirleriniz gereği Haydarpaşa Lisesi'ne paralı yatılı olarak kayıtlarını yaptırdım.
Çocukların üçer yıllık okul taksitlerine ait makbuzları ekte takdim ediyorum..."
Atatürk bu mektup üzerine, devrin Başbakanı İsmet İnönü'ye telefon ederek:
"Bak senin Milli Eğitim Bakanın bana ne yaptı." diyerek olayı anlatmış.
İnönü, Bakan adına özür dilemiş.
Atatürk:
"Yok! demiş özür dileme. Çok memnun oldum.Keşke her devlet adamı bu medeni cesarete sahip olabilse ve
doğruyu gösterebilse."
Tarihi değeri olan ve hiçbir yerde yayımlanmayan bu anının unutulup gitmesine gönlü razı olmayan bakanın
yeğeni yüksek mimar H. Rahmi ÖZMEN, 15.08.1985 günü bu mektubu gazeteci yazar Vahap Okay'a iletir.
O da15.09.1985'te gazetesinde yayımlar."
KARI VE KOCANIN BİRBİRİNE OLAN SEVGİSİ. YüREK BURKAN BİR HİKAYE...
karı-koca evlilik yıldönümlerinde birbirlerine hediye almayı düşünürler. kadının saçları çok güzeldir, yalnız saçlarına takacak güzel bir taçı (toka da olabilir) yoktur, adamın ise babasından yadigar bir cep saati vardır fakat zinciri yoktur.
adam saatini satar karısına daha önce beğendiği işlemeli güzel bir taç alır, kadın ise saçlarını kestirir, peruk yaptırıp satar, kocasının saatine zincir alır.
adam saatini satar karısına daha önce beğendiği işlemeli güzel bir taç alır, kadın ise saçlarını kestirir, peruk yaptırıp satar, kocasının saatine zincir alır.
80 LERDE YAŞAMAK
- 1980li yıllarda hayatinin ilk tecrübelerini yasamıs, ilkokula gitmiş, kenan evren'i, erdal inönü'yü, özalı tanımıs olmak, ajda pekkan'ın alo, michael jackson'in pepsi reklamlarını hatırlayacak kadar sanslı olmak demek Big in Japan, the final countdown , eye of the tiger demek.
- icraatin içinden demek, semra koy bir kaset de neşemizi bulalım demek.
- Köprüdemek, ödediğiniz her kuruş verginin yol, su, elektrik olarak size geri dönmesi demek
- voltran voltran voltran demek , depozito toplamak adına kola şişesi biriktirmek demek , adile naşit ten masal dinlemek demek. debbie gibson, tiffany, jason danovan, sandra,modern talking .vb...dinliyor > olmak...comanchero'nun ve life is lifein sözlerini ezberlemeye çalışmak demek...michael jackson, madonna, samantha fox demek
- korhan abay,cenk koray,metin milli,ersen ve dadaslar demek.clementine, he man, she ra, transformers demek.
- okula siyah önlükle gitmek demek. kayahan,nilüfer,sezen aksu, baris manço ile büyümek demek ihtilal cocugu demek köle izaura demek, ziyaretçiler demek!!!! acidçi misin metalci mi demek...
- moruk demek, herild yani demek, hey corc versene borc demek, olmaz maykil bende de yok cevabini isitmek demek,
- geriye dönüp baktıkça iç geçirmek demek...
- yüzyıl içindeki en iyi, en kıyak kuşak. hem eski hem yeni olmak demek.
- biraz gözü açik bir 80 li yüz yıllık nesil kültürünü bir porsiyonda almış demektir.
- mahalle ceşmelerinden su icmek, bayramları iple cekmek, cumhurbaşkani denince kenan evreni hatirlamak demek
- koltuk altında topla okul bahçesine yalnız giderken "nasılsa oynayacak birileri vardır" diyebilmek demek
- eti kemik geçiyor demek; evden çıkmayan bilgisayar bebeleri haline gelmeden çocukluğunu yaşayabilmiş,son dönemin bir üyesi olmak, ne sorusuna zonk cevabi vermekten zevk duymak, , büyüteç ile kağıt yakmak ve siyah kağitların beyaza oranla daha kolay yandığı keşfetmek,
- 9 voltluk pile dilinle dokunup o eksi ani yasamak, televizyon konserlerini teybe çekerken odaya giren anneyi hemen susturmak, 23 nisan çocuk şenliğinde gelen yabancı çocuklara 5 dakikada aşık olmak demek
- son dersin son 5 dakikasında parkeleri giyip zilin çalmasını beklemek, hurraa kapıya doluşmak, dışarıya pestil olarak çıkmak demek, sinek ilacı arabalarının arkasında bıraktığı bulutta deli gibi dolaşmak demek.
- kutu kolayıi açtıktan sonra kapağını çekip çıkarıp atmak demek, tipe bak demek, fon müziği laura brannigandan self control olan günler. bakkala gitmenin, sokakta oynamanın, harçlık toplamanın geçerli sayıldığı yıllar demek... her şeye rağmen temiz ve el değmemiş bir hayat demek...sonrasında biz büyüdük ve kirlendi dünya demek.
- pazar aksamları mecburen yıkanmak ve erken yatmak demek, sesi açıp kısmak için televizyonun dibine kadar gidip üstündeki düğmelere basmak zorunda olmak demek...
- yaşayan bilir bunları..ne güzel günlerdi...ne güzel bir çocukluğumuz oldu.
- özlenmez miii..
ŞEYTAN AYRINTILARDA GİZLİDİR...
ŞEYTAN AYRINTILARDA GİZLİDİR...
Juan, motosikleti ile Meksika sınırına gelir. Arkasındaki iki büyük çantayı gören sınır polisi şüphelenir ve içinde ne olduğunu sorar .Juan: 'Yalnızca kum', diye yanıt verince polis: - Aç bakalım çantaları, der. Juan çantaları açar, polis didik didik kontrol etmesine rağmen kumdan başka birşey bulamaz çantada ! Bununla yetinmeyen polis, gece yarısına kadar kumu her tür tahlilden geçirtir ancak saf kumdan başka birşey yoktur ! Polis, çantalarını Juan'a geri verir ve sınırdan geçmesine izin verir. Ertesi gün Juan Motosikletinin arkasında iki büyük çantayla tekrar sınırda belirir. Polis Juan'ı gene durdurur, didik didik arar, birşey bulamaz ve Juan'ı serbest bırakmak zorunda kalır. Bu olay, polis emekli olana dek yıllarca devam eder ! Bir gün emekli polis Meksika'da bir barda otururken Juan'ın içeri girdiğini görür ve derhal yakasına yapışır; -Senin yıllardır birşeyler kaçırdığından eminim.Çıldıracağı m Geceleri uyku uyuyamıyordum senin yüzünden. Lütfen anlat bana ne kaçırdığını. Aramızda kalacağına emin olabilirsin. Juan gülümseyerek yanıtlar: 'Motosiklet' DETAYLA BOĞUŞURKEN ÖZÜ KAÇIRMAYALIM :) |
KADIN NEDİR - NAZIM HİKMET
Kimi der ki kadın
Uzun kış gecelerinde yatmak içindir.
Kimi der ki kadın
Yeşil bir harman yerinde
Dokuz ...zilli köçek gibi oynatmak içindir.
Kimi der ki hayalimdir,
Boynumda taşıdığım vebalimdir.
Kimi der ki hamur yoğuran.
Kimi der ki çocuk doğuran.
Ne o, ne bu, ne döşek, ne köçek, ne hayal, ne vebal.
O benim kollarım, bacaklarım, başımdır.
Yavrum, annem, karım, kızkardeşim,
Hayat arkadaşımdır.
[ Nazım Hikmet ]
KÖTüLüK VE UTANMAK
İnsanların ne kadar kötü olduklarını görmek beni hiç şaşırtmıyor ,fakat bu yüzden hiç utanmadıklarını görünce çok şaşırıyorum(!) [Goethe]
HER İŞTE BİR HAYIR VARDIR
Padişahın biri ava gitmeye çok düşkünmüş, ava her gittiğinde yanında vezirinide götürürmüş. Bir gün yine ava gittiklerinde av esnasında veziri kazayla padişahın bir parmağını kılıcıyla keser. Padişah acı içerisinde sitem ederken, vezir:
“Padişahım, her işte bir hayır vardır.” demiş. Padişah parmağının da acısının etkisiyle:
“Vezir! Bu işte ne hayır vardır ki?” diye sitem eder ve veziri zindana attırır.
Günlerden bir gün padişah yine ava gider. Yollarını insan eti yiyen bir kabile keser ve herkesi yakalarlar. Ama bu kabile bir kimsenin vücudunda bir noksanlık görünce o kimseyi yemezmiş. Padişahın çevresinde ki herkesi yerler sadece padişah kalır, onun da parmağı kesik olduğu için serbest bırakırlar. Padişah saraya döndüğünde muhafızlara veziri bırakmalarını söyler. Muhafızlar veziri zindandan aldıkları gibi padişahın huzuruna getirirler. Vezir şaşkınlık dolu gözlerle padişahı izlerken padişah vezirin boynuna sarılır ve af diler. Vezirine olan bitenleri tek tek anlatır:
“Nolur beni affet, sen benim hayatımın kurtulmasına vesile oldun, bense seni zindana attırdım.” der.Vezir:
“Padişahım, her şeyde bir hayır vardır. Siz canınızı sıkmayın ben sizi affettim. Sizin parmağınızın kesilmesi kadar benim de zindana attırılmamda hayır vardı.” der. Padişah:
“Sen benim hayatımın kurtulmasına vesile oldun, bense seni zindana attırdım hayır bunun neresindedir?” der. Vezir padişaha şu cevabı verir:
“Padişahım, eğer siz beni zindana attırmasanız ben de o gün ava sizinle gelecektim ve benim vücudumda hiçbir noksanlık olmadığından öldürülecektim. Bu sebeple sizin beni zindana attırmanızda da büyük hikmetler vardır.” der.
Her işin sonunda bir hayır mevcuttur. Unutmamalıyız ki hayırda Allah’ tandır, şer de. Eğer şer gelmişse buna sitem etmemeli, aksine biraz düşünüp şükretmeliyiz.
EİNSTEİN DAN HAYAT DERSLERİ
Albert Einstein çoğu insan tarafından dahi olarak görülür. Şu ana kadar yaşamış en etkili bilim insanı olmanın yanında teorik fizikçi, filozof ve yazardı. Bilime birçok katkı sağlamış Einstein’ın başarı sırlarını merak ediyor musunuz? İşte Einstein’dan 10 hayat dersi…
1. Merakınızın peşinden gidin
‘Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.’
Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.
2. Azim paha biçilmezdir
‘Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum.’
Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve başladığınız işi bitirin.
3. Bugüne odaklanın
‘Güzel bir kızı öperken düzgün araba kullanan birisi, öpücüğe hak ettiği dikkati vermiyor demektir.’
İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.
4. Hayal gücü güç verir
‘Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.’
Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: ‘Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil’. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.’
5. Hata yapın
‘Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.’
Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.
6. Anı yaşayın
‘Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir.’
Geleceği ayarlamanın tek yolu olabilidiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.
7. Değer yaratın
‘Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.’
Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı kendiliğinden gelecektir.
8. Farklı sonuçlar beklemeyin
‘Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek.’
Hergün aynı rutinde yaşayarak farklı görünmeyi bekleyemezsiniz. Hayatınızın değişmesini istiyorsanız kendinizi değiştirmelisiniz.
9. Bilgi deneyimden gelir
‘Bilgi malumat değildir. Bilmenin tek yolu deneyimlemektir.’
Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.
10. Kuralları öğrenin, daha iyi oynayın
‘Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz.’
Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu herkesten iyi oynamayı istemek. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!
1. Merakınızın peşinden gidin
‘Benim özel bir yeteneğim yok. Yalnızca tutkulu bir meraklıyım.’
Sizin merakınızı çeken nedir? Neyi en çok merak ediyorsunuz? Benim merak ettiğim neden bazı insanların başarılı olup bazılarının olamadığıdır. Bu yüzden yıllarca başarı üzerine çalıştım. Merakınızın peşinden giderseniz başarıya ulaşırsınız.
2. Azim paha biçilmezdir
‘Çok zeki olduğumdan değil, sorunlarla uğraşmaktan vazgeçmediğimden başarıyorum.’
Belirlediğiniz yolun sonuna ulaşacak kadar sabırlı mısınız? Posta pullarının gideceği yere varasıya kadar mektuba yapışıp kalmasından ötürü çok değerli olduğu söylenir. Posta pulu gibi olun ve başladığınız işi bitirin.
3. Bugüne odaklanın
‘Güzel bir kızı öperken düzgün araba kullanan birisi, öpücüğe hak ettiği dikkati vermiyor demektir.’
İki atı aynı anda süremezsiniz. Bir şeyler yapabilirsiniz ama her şeyi yapamazsınız. Şimdiye odaklanın ve bütün enerjinizi şu anda yaptığınız işe verin.
4. Hayal gücü güç verir
‘Hayal gücü her şeydir. Sizi bekleyen güzelliklerin önizlemesi gibidir. Hayal gücü bilgiden daha önemlidir.’
Hayal gücünüz geleceğinizi belirler. Einstein şöyle der: ‘Zekanın gerçek göstergesi hayal gücüdür, bilgi değil’. Bu yüzden hayal gücünüzün hantallaşmasına izin vermeyin.’
5. Hata yapın
‘Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir.’
Hata yapmaktan korkmayın. Eğer nasıl okuyacağınızı bilirseniz hatalar sizi daha iyi bir konuma getirebilir. Başarılı olmak istiyorsanız yaptığınız hataları üçe katlayın.
6. Anı yaşayın
‘Ben geleceği hiç düşünmem, ne de olsa gelecektir.’
Geleceği ayarlamanın tek yolu olabilidiğiniz kadar şimdide olmaktır. Şu anda dünü ya da yarını değiştiremezsiniz. Önemli olan tek an şimdidir.
7. Değer yaratın
‘Başarılı olmaya değil, değerli olmaya çalışın.’
Zamanınızı başarılı olmak için harcamayın, değerler yaratın. Eğer değerli olursanız başarı kendiliğinden gelecektir.
8. Farklı sonuçlar beklemeyin
‘Delilik: Aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemek.’
Hergün aynı rutinde yaşayarak farklı görünmeyi bekleyemezsiniz. Hayatınızın değişmesini istiyorsanız kendinizi değiştirmelisiniz.
9. Bilgi deneyimden gelir
‘Bilgi malumat değildir. Bilmenin tek yolu deneyimlemektir.’
Bir konuyu tartışabilirsiniz ama bu size sadece felsefi bir anlayış kazandırır. Bir konuyu bilmek istiyorsanız onu deneyimlemelisiniz.
10. Kuralları öğrenin, daha iyi oynayın
‘Oyunun kurallarını öğrenmek zorundasınız. Böylece herkesten iyi oynayabilirsiniz.’
Yapmanız gereken iki şey var. Birincisi oynadığınız oyunun kurallarını öğrenmek. İkincisi ise oyunu herkesten iyi oynamayı istemek. Bu iki şeyi yaparsanız başarı sizinle olur!
ENGELLER YAŞAM KOŞULLARINI OLGUNLAŞTIRIR MI
Eski zamanlarda bir kral , saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya
koydurmuş ve kendiside pencereey oturmuştu .
Ülkenin en zengin tüccarları , en güçlü kervancıları , saray görevlileri
birer birer kayanın etrafından dolaşıp saraya geldiler.
Pek çoğu kralı eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor,ama yolları temiz
tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi . Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki
küfeyi yere indirdi , iki eli ile kayaya sarıldı ve zorlada olsa itmeye
başladı .
Kan ter içinde içinde kaldı ama kayayı da yolun kenarına çekti . Tam
küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki kayanın eski yerinde bir kesenin
durduğunu gördü.
Keseyi aldı ve açtı. Altın doluydu , birde kralın notu vardı içinde.
" Bu kayayı yoldan çeken kişiye aittir. " diyordu kral. Köylü, bugün dahi
pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı .
Her engel , yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.
koydurmuş ve kendiside pencereey oturmuştu .
Ülkenin en zengin tüccarları , en güçlü kervancıları , saray görevlileri
birer birer kayanın etrafından dolaşıp saraya geldiler.
Pek çoğu kralı eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor,ama yolları temiz
tutamıyordu.
Sonunda bir köylü çıkageldi . Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki
küfeyi yere indirdi , iki eli ile kayaya sarıldı ve zorlada olsa itmeye
başladı .
Kan ter içinde içinde kaldı ama kayayı da yolun kenarına çekti . Tam
küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki kayanın eski yerinde bir kesenin
durduğunu gördü.
Keseyi aldı ve açtı. Altın doluydu , birde kralın notu vardı içinde.
" Bu kayayı yoldan çeken kişiye aittir. " diyordu kral. Köylü, bugün dahi
pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı .
Her engel , yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır.
İNSANLARI YALAN SÖYLEDİKLERİNDE DİNLEMEK - TOLSTOY
İnsanları, yalan söylediklerinde dinlemeyi severim. Çünkü; -Olmak istedikleri ama olamadıları insanları anlatırlar- ... L.N. Tolstoy
90/10 KURALI
Ailenizle kahvaltı yapıyorsunuz. Kızınız, kahve fincanına çarpıyor ve bir fincan kahve gömleğinizin üzerine dökülüyor.Biraz önce olan olay üzerinde hiç bir kontrolünüz yok. Sonradan olacaklar ise sizin davranışınıza göre belirlenecek. Lanet ediyorsunuz. Kahveyi üzerinize döktüğü için kaba bir şekilde kızınızı azarlıyorsunuz. Kızınız üzülüyor ve ağlamaya başlıyor. Kızınızı azarladıktan sonra eşinize dönüyor ve kahve fincanını masanın kenarına çok yakın koyduğu için eleştiriyorsunuz. Bunu kısa bir sözlü tartışma takip ediyor.Öfkeyle üst kata çıkıyor ve gömleğinizi değiştiriyorsunuz. Aşağıya indiğinizde kızınızı, ağlamaktan dolayı kahvaltısını bitirememiş ve Okul için hazırlanamamış bir halde buluyorsunuz. Kızınız otobüsü kaçırıyor. Eşinizin ise gitmek için hemen çıkması gerekiyor. Hemen aceleyle arabanıza koşuyorsunuz ve kızınızı okula bırakmak üzere hareket ediyorsunuz. Geç kaldığınız için .saatte 30 mil hız sınırlaması olmasına rağmen saatte 40 mil hızla gidiyorsunuz. 75 dakikalık gecikmeden ve hız limitini aştığınız için ödediğiniz 60$ trafik cezasından sonra okula ulaşıyorsunuz. Kızınız size ‘Hoşçakal’ demeden binaya koşuyor.Ofise 20 dakika gecikmeyle geliyorsunuz ve evrak çantasını evde unuttuğunuzu anlıyorsunuz. Gününüz korkunç bir şekilde başladı! Devam ettikçe, kötüleşiyor, daha da kötüleşiyor sanıyorsunuz.’ Eve gitmeyi dört gözle bekliyorsunuz. Eve ulaştığınızda eşiniz ve kızınızla olan ilişkilerinizde araya sıkıştığınızı sanıyorsunuz. Neden? Sabahleyin nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak!
Neden kötü bir gün geçirdiniz?
A) Kahve sebep oldu
B) Kızınız sebep oldu
C) Polis sebep oldu
D) Siz sebep oldunuz
Cevap ‘D’şıkkı. Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. .Sizin gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu.Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi.
Üzerinize kahve sıçradı. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe ‘Tamam tatlım, bir ahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek’ diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. Gömleğinizi değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra aşağıya iniyorsunuz ve aynı anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri dönüp el sallıyor.
Siz ve eşiniz işe gitmek için birlikte çıkmadan önce öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce ise geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor.
Farka bakın! İki farklı senaryo, ikisi de aynı başladı. İkisi de farklı bitti. Neden? 90/10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır. Sonuç?
Pek çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve baş ağrısından acı çekmektedir. Bu sır nedir?
Hayatın %10'u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer %90'ına ise sizin bu başınıza gelenlere bakışınıza ve nasıl davrandığınızla karar verilir. İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olurlar. Arabalar bozulurlar. Uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst ederler.Trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir v.s.
Bu %10'luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Diğer %90'lık kısım farklıdır. Diğer %90'lık kısmı siz belirlersiniz. Nasıl olaylara bakışınıza, yaklaşımınızla! Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak.Gerçekten olanların %10'unda hiç bir kontrolünüz yok. Diğer %90'ı ise sizin tepkinizle belirlenir.
A) Kahve sebep oldu
B) Kızınız sebep oldu
C) Polis sebep oldu
D) Siz sebep oldunuz
Cevap ‘D’şıkkı. Kahvenin dökülmesinde sizin bir kontrolünüz yoktu. .Sizin gününüzün kötü geçmesine o 5 saniye içindeki davranışlarınız sebep oldu.Olabilecek ve olması gereken ise şöyleydi.
Üzerinize kahve sıçradı. Kızınız ağlamak üzere. Siz nazikçe ‘Tamam tatlım, bir ahaki sefere biraz daha dikkatli olman gerek’ diyorsunuz. Havluyu kaptığınız gibi üst kata çıkıyorsunuz. Gömleğinizi değiştirip, evrak çantasını aldıktan sonra aşağıya iniyorsunuz ve aynı anda pencereden kızınızın otobüse bindiğini görüyorsunuz. Kızınız geri dönüp el sallıyor.
Siz ve eşiniz işe gitmek için birlikte çıkmadan önce öpüşüyorsunuz. 5 dakika önce ise geliyorsunuz ve çalışma arkadaşlarınıza neşeli bir şekilde selam veriyorsunuz. Patronunuz ne kadar güzel bir günde olduğunuz hakkında konuşuyor.
Farka bakın! İki farklı senaryo, ikisi de aynı başladı. İkisi de farklı bitti. Neden? 90/10 sırrı inanılmazdır! Çok azımız bunun farkındadır. Sonuç?
Pek çok insan gereksiz yere stresten, dertlerden, problemlerden ve baş ağrısından acı çekmektedir. Bu sır nedir?
Hayatın %10'u, sizin başınıza gelenlerden oluşur. Hayatın diğer %90'ına ise sizin bu başınıza gelenlere bakışınıza ve nasıl davrandığınızla karar verilir. İnsanlar anlamsız şeyler söyler ve yaparlar. İnsanlar hasta olurlar. Arabalar bozulurlar. Uçaklar geç kalır ve bütün planlarımızı alt üst ederler.Trafikte bir sürücü canımızı sıkabilir v.s.
Bu %10'luk kısım tamamen bizim kontrolümüz dışında gerçekleşir. Diğer %90'lık kısım farklıdır. Diğer %90'lık kısmı siz belirlersiniz. Nasıl olaylara bakışınıza, yaklaşımınızla! Nasıl tepki verdiğinize bağlı olarak.Gerçekten olanların %10'unda hiç bir kontrolünüz yok. Diğer %90'ı ise sizin tepkinizle belirlenir.
YAŞLI ADAM VE ALZHEİMER HASTASI EŞİ
Yaşlı bir bey, sabah erken evinden çıkmış, yolda ilerlerken, bir bisikletlinin çarpmasıyla yere yuvarlanmış ve hafif yaralanmış. Sokaktangeçenler yaşlı beyi hemen en yakın sağlık birimine ulaştırmışlar. Hemşireler, önce pansuman yapmışlar ve 'biraz beklemesini ve röntgen çekerek her hangi bir kırık veya çatlak olup olmadığını inceleyeceklerini' söylemişler. Yaşlı bey huzursuzlanmış; acelesi olduğunu, röntgen istemediğini söylemiş. Hemşireler merakla acelesinin nedenini sormuşlar. "Eşim huzur evinde kalıyor.Her sabah birlikte kahvaltı etmeye giderim, gecikmek istemiyorum" demiş. "Eşinize haber iletir gecikeceğinizi söyleriz" deyince. Yaşlı adam üzgün bir ifade ile "Ne yazık ki karım Alzheimer hastası hiç bir şey anlamıyor,hatta benim kim olduğumu dahi bilmiyor" demiş. Hemşireler hayretle "Madem sizin kim olduğunuzu bilmiyor neden hergün onunla kahvaltı yapmak için koşuşturuyorsunuz?"diye sormuşlar. Adam buruk bir sesle "Ama ben onun kim olduğunu biliyorum" demiş...
DUVARI AŞAMIYORSAN BİR KAPIDA SEN AÇ
Genç Macar Sanatçı Arpad Sebesy multimilyoner Elmer Kelen’in portresini yapmak için görevlendirilmişti. Görev özellikle zordu, çünkü Kelen sadece üç kısa poz vermeye razı olmuştu. Sonuçta, Sebesy portrenin çoğunu ezberden yapmak zorunda kalmıştı.
Kısıtlamalara rağmen, Sebesy portrenin Kelen’e yeterince benzediği görüşündeydi. Ancak, Kelen ayni fikirde değildi. Kibirli milyoner resmin kendisine benzemediğini öne sürerek portrenin parasını ödemeyi reddetti.Genç ressam resmini yapabilmek için saatlerce titizlikle çalışmıştı ve birdenbire bunu gösterecek hiç bir şeyi olmadığını fark etti. Milyoner stüdyodan ayrılırken, sanatçı bir ricada bulundu; “Portreyi size benzemediği için reddettiğiniz belirten bir mektup yazabilir misiniz?”
Kelen bu kadar kolay kurtulduğuna sevinerek razı oldu. Aylar sonra, Macar Sanatçıları Derneği, Budapeşte Güzel Sanatlar Galerisinde sergi açtı. Kelen’in telefonu çalmaya başladı. Biraz sonra galeriye geldiğinde Sebesy nin yaptığı portresinin, üzerinde “Bir Hırsızın Portresi” etiketiyle teşhir edildiğini gördü. Mağrur milyoner resmin indirilmesini istedi. Müdür reddedince, Kelen resim kendisini topluma alay konusu edeceği için dava açmakla tehdit etti. Bunun üzerine müdür Kelen’in resmin kendisine benzemediği için almayı reddettiğini belirten imzalı mektubunu çıkardı.
Milyoner artık resmin parasını ödeyip almaktan başka çare kalmadığını anlamıştı. Genç sanatçı sadece son gülen olmakla kalmamış, aynı zamanda güçlüğü karlı bir alışverişe dönüşmüştü. Çünkü milyoner resmi almağa kalktığında fiyatının eskisinden on kat daha fazla olduğunu görmüştü.
Gördüğünüz gibi, güçlüklere teslim olmayı kabul etmemişti. Bunun yerine öfke ve acıya teslim olmaktansa üretken ve yararlı bir kapı açacak bir yol düşündü.
Kısaca ressam değerli bir prensip keşfetmişti:
Yeni fırsatlar bizi genellikle sıkıntılı anlarda ziyaret eder, çünkü bir kapı kapanırsa, başka bir kapı açılır.
ASLAN, GEYİK, FARE VE YANGEÇ HANGİSİNİN CEVABI SİZCE DAHA AKILLICA ?
DİŞİ ASLAN
Hayvanlar bir gün kim daha çok çocuk doğurabilir diye çekişmeye başlarlar.
Hep birlikte dişi aslana gidip danışırlar.
"Sen kaç çocuk doğurabiliyorsun?" diye sormuşlar aslana.
"Bir." diye yanıtlar dişli aslan. "Fakat ben aslan doğururum."
DERSIMIZ;
NITELIK, NICELIKTEN ÖNEMLIDIR.
-------------------------
YENGEÇ ILE ANNESI
"Neden böyle yan yan yürüyorsun yavrum" diye sorar anne yengeç
çocuğuna.
"Düzgün yürüsene ! " der.
- "Pekala anne" der çocuk.
- "Sen önümden düzgün yürü, ben seni takip ederim. "
DERSIMIZ;
HAREKETLER SÖZLERDEN ÖNDE GELIR?
-------------------------
HASTA GEYIK
Yaşlı bir geyik hasta düşer ve daha rahat otlayabilmek için güzel otlarla
dolu bir çalılıkta yaşamaya başlar. Her hayvanla iyi geçindiği için pek
çokhayvan sık sık geyiğin ziyaretine gelir.
Zamanla her gelen hayvan bu güzel otlardan tatmaya başlayınca kısa süre sonra tüm otlar biter. Geyik hastalıktan kurtulur ama yiyecek hiçbir şeyi kalmadığı için bir süre sonra açlıktan ölür.
DERSIMIZ;
BAZEN İYİ ŞEYLERDE PAYLAŞTIKÇA BİTEBİLİR. ELİMİZDEKİNİN DEĞERİNİ BİLELİM
-------------------------
FARELERIN TOPLANTISI
Bir gün fareler bir araya gelirler ve başlarına musallat olan bir kediden
kurtulma planları yaparlar. Pek çok fikir öne sürülür. Hiçbiri kabul
görmez.
En sonunda genç bir fare kedinin boynuna bir çan asmayı önerir. Böylece kedi kendilerine yaklaşırken farkına varacak ve kaçabileceklerdir. Bu öneri fareler tarafından alkışlarla onaylanır.
Bu arada bir köşede sessizce onları dinlemekte olan yaşlı bir fare ayağa kalkar ve bu önerinin çok zekice olduğunu, başarılı olacağından hiç kuşkusu olmadığını belirtir.
Fakat, der, Kafamı bir soru kurcalıyor. Aramızdan kim kedinin boynuna çan asacak? ?
DERSIMIZ;
IYI BIR PLAN YAPMAK AYRI, O PLANI GERÇEKLEŞTIRMEK AYRIDIR.
BEŞ KURUŞLUK MALİYETİ DAHİ OLMAYAN TEBESSüMüN HİKAYESİ
Küçük kiz,hüzünlü bir yabanciya gülümsedi. Bu gülümseme adamin
kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava icinde yakin
geçmiste kendisine yardim eden bir dosta tesekkür etmedigini
hatirladi.Hemen bir not yazdi,yolladi.
Arkadasi bu tesekkürden o kadar keyiflendi ki,her ögle yemek yedigi
lokantada garson kiza yüklü bir bahsis birakti. Garson kiz ilk defa
böyle bir bahsis aliyordu.Aksam eve giderken,kazandigi paranin bir
parçasini her zaman köse basinda oturan fakir adamin sapkasina birakti.
Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki...iki gündür bogazindan asagi
lokma geçmemisti. Karnini ilk defa doyurduktan sonra,bir apartman
bodrumundaki tek odasinin yolunu islik çalarak tuttu. Öyle neseliydi
ki, bir saçak altinda titreyen köpek yavrusunu görünce,kucagina
aliverdi.
Küçük köpek gecenin sogugundan kurtuldugu için mutluydu. Sicak odada
sabaha kadar kosusturdu.Gece yarisindan sonra apartmani dumanlar
sardi.Bir yangin basliyordu.Dumani koklayan köpek öyle bir havlamaya
basladi ki,önce fakir adam uyandi, sonra bütün apartman halki...
Anneler,babalar dumandan bogulmak üzere olan yavrularini kucaklayip,
ölümden kurtardilar ...
Bütün bunlarin hepsi,bes kurusluk bile maliyeti olmayan bir
tebessümün sonucuydu.
MUTLU BiR GÜLÜMSEYiSiN YERiNi HiÇ BiR TATLI SÖZ TUTAMAZ
ALTININ DEĞERİNİ ANLAMAK İÇİN SARRAF OLMAK GEREK -MEVLANA
Bil ki domuzların önüne inciler serilmez
Mücevherden sarraflar anlar ancak,başkası bilmez.
Ne fark eder ki kör insan için,elmas da bir cam da
Sana bakan bir kör ise,sakın kendini camdan sanma...Mevlana
Muazzam bir söz. Bir insanın neden büyük olduğunu anlamak zor değil. Sizinde var olan kıymetinizi ancak değeri anlayabilecek yapıda insanlar anlar. Eğer bir insan diğerinin değerini anlamıyorsa ya aptaldır, yada kötülük dolu. Sizi anlamayan bir amir, arkadaş, dost, eş, akraba varsa bu iki olasılık söz konusu. Mevlana yı rahmetle anıyoruz...
dilencinin ağzından
Sanırım aşağıdaki mısralar bir dilencinin ağzından çıkabilecek en şiirsel sözler olsa gerek. Elbette Goethe Faust ta bu güzel mısraları bir dilencinin ağzından bizlere yazmış. Bakınız ne diyor;
İyi kalpli baylar ve güzel bayanlar
Size dilerim kutlu bayramlar
Lütfen yüzüme iyi bakın
Ve beni dardan kurtarın
Boşa gitmesin bu şarkılar
Sadaka veren olsun bahtiyar
Bayram yaparken herkes
Sevinsin birazda şu kimsesiz
Ne olur sevincinden bayramın
Bana da bir pay ayırın
Goethe
Heralde çoğumuz dilenciye para vermişiz yada çalışsın kardeşim demiş yahut acaba gerçek dilenci mi diye düşünmüşüzdür. Ancak aşağıdaki mısralar bir dilencinin ağzından bize aktarılmış gibi görünsede asıl mesele toplumda yardıma muhtaç kimselere nasıl yardım edeceğimiz ve paylaşacağımız fikrinin vurgulanmasıdır. 1700 lü yıların büyük Alman şairi ve oyun yazarı olan Goethe sanırım teknolojiden uzak o günlerde bu günlerde bir çok kimsenin görmediği şeyleri görmüştür. Zaten büyük sanatçı olmanın bir kriteri de bu olsa gerek. Bir şeyleri farklı görebilmek. Tabi onların okuduklarını ve düşündüklerini bilmeninde ötesinde, bir bilgelik olmalı ruhlarının derinliklerinde. Onların sanki içlerinde gönüllerinde fazladan gözler yahut kulaklar var. Farklı duyar ve duyarlılıklar gösterirler. Eğer bir şair bir eserini 60 yılda yazıyor ise bu eser defalarca okunmaya değer bir eser olsa gerek. Sanırım batı edebiyatında farklı bir tarzı ve gönül gözü olan nadir şairlerden biri Goethe. Bu güne gelirsek yani 2007 ye. Bizler topumsal yardımlaşma kavramında nasıl bakıyoruz? Örneğin lüks arabamızda sahilden usul usul giderken arabamız ışıkta durduğunda yandaki çöp kutusundan ekmek bulmaya çalışan bir dilenci ne kadar ilgimizi çekiyor. Yada Dünya nın x yerinde haksız yere ölen veya öldürülen insanları haber bültenlerinde gördüğümüzde nasıl devekuşları gibi kafamızı toprağa gömerek hiç bir şey yokmuş gibi sohbetimize devam ediyoruz. Elbette herkes zengin olsun. Ama bu Dünya daki herşey bazı kimselerin emrine verilmiş değildir. Evet bazıları ise buna güçlü olan kazanır diyor. Bu sanırım hayvanlar alminde böyle. İnsanlar ise durup düşünüp analiz yapabiliyor. Ve hayır diyor. Güçlü olan değil iyi olan hakeden kazansın ve yaşasın. Eğer güçlü olan kazanacaksa bu oyunda ben yokum topumu alıp giderim demek de doğru değil. Şöyle bir etrafımıza bakalım. Gururla ekmek ve yaşam mücadelesi veren ama ihtiyaçlarını karşılamayan insanlara hep beraber yardım edelim. O zaman belkide sokaklarda Goethe nin dizelerideki gibi bizimle dalga geçen bohem dilencilerle karşılaşırız. Onlarla şiir konuşur sohbet ederiz. İyiki varmışsın Goethe gönlüne ve kalemine rahmet
İyi kalpli baylar ve güzel bayanlar
Size dilerim kutlu bayramlar
Lütfen yüzüme iyi bakın
Ve beni dardan kurtarın
Boşa gitmesin bu şarkılar
Sadaka veren olsun bahtiyar
Bayram yaparken herkes
Sevinsin birazda şu kimsesiz
Ne olur sevincinden bayramın
Bana da bir pay ayırın
Goethe
Heralde çoğumuz dilenciye para vermişiz yada çalışsın kardeşim demiş yahut acaba gerçek dilenci mi diye düşünmüşüzdür. Ancak aşağıdaki mısralar bir dilencinin ağzından bize aktarılmış gibi görünsede asıl mesele toplumda yardıma muhtaç kimselere nasıl yardım edeceğimiz ve paylaşacağımız fikrinin vurgulanmasıdır. 1700 lü yıların büyük Alman şairi ve oyun yazarı olan Goethe sanırım teknolojiden uzak o günlerde bu günlerde bir çok kimsenin görmediği şeyleri görmüştür. Zaten büyük sanatçı olmanın bir kriteri de bu olsa gerek. Bir şeyleri farklı görebilmek. Tabi onların okuduklarını ve düşündüklerini bilmeninde ötesinde, bir bilgelik olmalı ruhlarının derinliklerinde. Onların sanki içlerinde gönüllerinde fazladan gözler yahut kulaklar var. Farklı duyar ve duyarlılıklar gösterirler. Eğer bir şair bir eserini 60 yılda yazıyor ise bu eser defalarca okunmaya değer bir eser olsa gerek. Sanırım batı edebiyatında farklı bir tarzı ve gönül gözü olan nadir şairlerden biri Goethe. Bu güne gelirsek yani 2007 ye. Bizler topumsal yardımlaşma kavramında nasıl bakıyoruz? Örneğin lüks arabamızda sahilden usul usul giderken arabamız ışıkta durduğunda yandaki çöp kutusundan ekmek bulmaya çalışan bir dilenci ne kadar ilgimizi çekiyor. Yada Dünya nın x yerinde haksız yere ölen veya öldürülen insanları haber bültenlerinde gördüğümüzde nasıl devekuşları gibi kafamızı toprağa gömerek hiç bir şey yokmuş gibi sohbetimize devam ediyoruz. Elbette herkes zengin olsun. Ama bu Dünya daki herşey bazı kimselerin emrine verilmiş değildir. Evet bazıları ise buna güçlü olan kazanır diyor. Bu sanırım hayvanlar alminde böyle. İnsanlar ise durup düşünüp analiz yapabiliyor. Ve hayır diyor. Güçlü olan değil iyi olan hakeden kazansın ve yaşasın. Eğer güçlü olan kazanacaksa bu oyunda ben yokum topumu alıp giderim demek de doğru değil. Şöyle bir etrafımıza bakalım. Gururla ekmek ve yaşam mücadelesi veren ama ihtiyaçlarını karşılamayan insanlara hep beraber yardım edelim. O zaman belkide sokaklarda Goethe nin dizelerideki gibi bizimle dalga geçen bohem dilencilerle karşılaşırız. Onlarla şiir konuşur sohbet ederiz. İyiki varmışsın Goethe gönlüne ve kalemine rahmet
17 Nisan 2012 Salı
Silahlara Veda
1915 yılının sonbaharında, İtalyan Ordusu Müttefik Avusturya ve Almanya Orduları karşısında çetin bir muharebe vermektedir. Teğmen Tenente bu sıralarda dostları Rinaldi,Papaz ve Bölük Komutanı ile birlikte cephededir. Rinaldi bir doktordur. Teğmen Tenente’de yaralıların ve şehitlerin cephe gerisine arabalarla taşınmasından sorumlu subaydır. Savaş o yıl sanki yaşanması gereken bir olaymış gibi geçmektedir. Bu nedenle Tenente ve arkadaşları sık sık birlikte olarak, içkiler içerek şehrin ve cephe gerisinin zevkini çıkarmaktadır.
Birgün Rinaldi iki İngiliz hastabakıcısıyla tanışır. Bu kızlar İngiltere’nin, müttefiki İtalya’ya yardım etmek amacıyla gönderdiği hastanede görevlidir. Catherine adındaki kıza Rinaldi ilk başlarda ilgi duymaktadır. Ancak bu delikanlının kadınlarla arası pek iyi değildir. Bu nedenle, çapkın arkadaşı Henry’den yardım ister.
Henry Catherine’den etkilenir. Bunu anlayan Rinaldi arkadaşını kırmamak amacıyla aradan çekilir. Tenente ile Catherine arasında sıcak bir bağ kurulur. Aşkları gün geçtikçe daha da büyümeye başlamıştır.
1916 yılının bahar ayında Tenente ileri hatlardan yaralı taşımak amacıyla görevlendirilmiştir. Askerleri ile harbin gereksiz birşey olduğunu ve savaşın artık bitmesi gerektiği üzerinde konuşurlarken bir top sesiyle hepsi daldıkları rüya aleminden uyanırlar. Tenente bacağından yaralanmıştır. Askerlerinden ikisi de ölmüştür.
Teğmen Tenente dizinin parçalanması nedeniyle derhal Milano’ya yeni kurulan bir hastaneye gönderilir. Buraya sevgilisi Catherine’de gelir. Amacı her zaman sevdiği adamın yanında olmaktır.
İyileşmesine yakın Henry artık güzel Catherine’ye adam akıllı aşık olmuştur. İkisi de birbirini deliler gibi sevmektedir. Henry gümüş liyakat madalyası ile ödüllendirilir. Savaş, artık onun için çekilmez hale gelmiştir. Tek amacı Catherine ile birlikte yaşamaktır. Kız hamile kalır. Henry kızla evlenmek istemesine rağmen savaş nedeniyle bunu yapamamaktadır.
1917 yazında Tenente kışlasına geri döner. Herşey değişmiştir. Bölük Komutanı sanki on yaş yaşlanmıştır. O kış ve bahar aylarında çok çetin ve zorlu çarpışmalarla İtalyan ordusu artık geri çekilmenin eşiğine gelmiştir. Birçok birlik zaten geri çekilmenin hazırlıklarına başlamıştır.
Tenente yazın sonuna doğru çekileceklerini öğrenir. Askerleriyle birlikte, emrindeki araçlarla yollara düşer. Yolda iki genç kızı yanlarına alırlar. Bir ara çamura saplanırlar ve bir türlü arabalarını dışarı çıkaramazlar. İki kıza para vererek, Tenente yoluna devam eder. Almanlar geri çekilen İtalyan Ordusunu takip etmektedir. Yolda Almanlarla karşılaşırlar Tenente’in bir askeri vurulur. Hızla diğer askeriyle beraber taburlarını bulmak için kaçmaya başlarlar.
Tenente İtalyan kuvvetlerine yaklaştığında, Alman ajanıdır diye yakalanır. Bu sadece İtalyancası biraz bozuk diye yapılır. Yargılanacağı sırada, kurşuna dizilmekten kurtulmayı kaçmakta bulur. Kendini Po nehrinin sularına bırakır.
Sudan çıktığında demiryolunun yakınında olduğunu farkeder,hemen top yüklü bir vagona atlayarak sevgilisinin yolunu tutar.
Sevgilisine kavuştuğunda rütbelerini sökmüş, sivil kıyafetini üzerine geçirmiş bir asker kaçağıdır. Savaştan tiksinmektedir. Bir gece ansızın yakalanacağı haberini alır. Tek kurtuluş yolunu İsviçre’ye kaçmakta bulur. Bir tekneyle ve yanında Catherine’le fırtınalı bir gecede soğuk Orion Gölü’nü kullanarak İsviçre’ye ulaşır.
İlk önce onları sorguya çekerler, Henry onlara kış sporu yaptıklarını bunun için İtalya’dan kürek çekerek İsviçre’ye geldiklerini söyler. Pasaportları ve paraları olduğu için İsviçre Polisi herhangi bir önlem almaz. Henry ile Catherine Montreaux’ya yerleşirler. Otelde çok iyi vakit geçirirler. Bu arada Henry sakal bırakmıştır. Catherine’nin hamileliğinin sonlarına doğru her ikisi de Lourenne’e doğum amacıyla giderler.
İlk sancılar başladığında çift çok mutlu olur. Ancak bebek ters gelmektedir. Ayrıca sancılarda yetersizdir. Doktorlar sezeryan yöntemi ile bebeğin annesinin karnından alınmasına karar verir. Henry Catherine’nin ölebileceği endişesi içindedir. Bebeğin onun için hiç önemi yoktur. Tek düşündüğü biricik aşkı Catherine’dir.
Başarılı bir ameliyat gerçekleşmesine rağmen bebek ölü doğar. Tenente sevgilisinin de durumundan endişe duymaktadır. Koktuğu başına gelir, Catherine aniden fenalaşır ve aşırı kan kaybı nedeniyle ölür. Artık Henry için herşey bitmiştir. Bezgin bir halde oteline geri döner.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)